Ali Yaşar Sarıbay - Toplumun Mantığı Bir Mantıksal Anlatı Olarak Sosyoloji.pdf

May 4, 2017 | Author: Cenan Alkan | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Ali Yaşar Sarıbay - Toplumun Mantığı Bir Mantıksal Anlatı Olarak Sosyoloji.p...

Description

ALİ YAŞAR SARI BAY

TOPLUMUN MANTIGI Bir Mantıksal Anlatı Olarak Sosyoloji

©Toplumun Mantığıı Bir Mantıksal Anlatı Olarak Sosyoloji A l i Yaşar Sarı bay Sentez Yayı ncılık 20 1 4

Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık'a aittir. Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz.

ISBN 978-605-5790-95-0

1.Basım Sentez Yayıncı l ı k

İsta n b u l Eyl ü l 20 1 4 Kapak Tasarımı

M.Fazı l Karabaş Baskı- Cilt

KAYHAN MATBAACI LIK Davutpaşa Cad. G üven Sanayi Sitesi D Blok No:244 Tel : (O 2 1 2) 576 01 36 TOPKAPl/İSTA N B U L Sertifi ka N o : 1 2 1 56

SENTEZ YAYIN VE DAGITIM EGİTİM ve ÖGRETİM K U R U M LAR! TİC.ve SAN. A.Ş. C u m h u riyet Cad. Eski Ta hıl İçi Sokak No:5 B U RSA Tel: (O 224) 225 1 1 80 (pbx) Fa ks: (O 224) 225 02 00 http://www.sentezdagitim.com.tr - www.sentezkita p.com e-m a i l: bilg i@sentezdag iti m.com.tr Sertifi ka No: 1 4399

ALİ YAŞAR SARIBAY

TOPLUMUN -

MANTIGI Bir Mantıksal Anlatı Olarak Sosyoloji Değ iştiri l m iş Yeni Baskı

"

SENTEZYAYINCILIK®

Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY

1 952 doğ u m l u. Demokrasi teorisi, siyaset ve d i n sosyolojisi, siyaset psi koloji­ si alan larında çalışmaktad ı r. Halen U l udağ Üniversitesi İİBF Kamu Yönetim i Böl ü m ü'nde öğ retim üyeliğine deva m eden A l i Yaşa r Sarı bay'ın Sentez Yayıncı l ı k'tan yayınlanan diğer kita pları : Demokrasinin Sosyolojisi, 201 3. Politikbilim, (S. Seyfi Öğ ü n ile orta k), 201 3. Global Bir Bakışla Politik Sosyoloji, 201 4. Türk Siyasal Hayatı (Ers i n Kalaycıoğ l u ile ortak), 201 4.

İçindekiler

DEGİŞTİRİLMİŞ YENİ BASKIYA ÖNSÖZ SUNUŞ

.............................................................

..........................................................................................................................

8 9

1.BÖ L Ü M ............................................................................ 11

GIRIŞ

................•.................•.•....•.•.••.•.•.•.•.•..•.••••.•••.•.•...•...........

11

2.BÖ L Ü M ............................................................................ 17

MANTIK

••.•..••................................................................•......•.•..

17

3. BÖ L Ü M .................................. .............. ..... .................... 29 .

METODOLOJİ

.

.

•.........................................................•..•.••••.•.•.•.•

29

4.BÖ L Ü M ......................... ....... ...... ..... ............................. 35 .

.

.

EPİSTEMOLOJi: T Ü MLEŞIMCILIK

.

..•.•.•...•.....••.•..•••...•...............

35

A. TO PLUMSAL GÖ R Ü N G Ü LE R İ N İLİŞK İ S E LLİGİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35 B . İLİŞKİLE R İ N TÜMLEŞİMSELLİGİ VE UNSURLAR! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38 1. Beden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. .. . .... . . . .. . . 44 2. Zihin .. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . .. . . . 46 3. Tahayyül Kudreti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. ... . . . . .. . . .. . . . . . . . . . 50 C. TAHAYYÜ L KUDRETİ N İ N TO PLUM(SAL)LAŞMASI . . . . . . . . . . . . . . . . . 53 D.ANLATI OLARAK TO P LUMSAL TAHAYYÜL . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 60 1. Hermönetik (Yorumsama) Zemini . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . 60 2. Anlatı Çatısı . . . . . ... . . . . .. . .. . . . . . . ... . .. . . . . . . . . ... .. . . .. . 66 E. TOPLUMSAL TAHAYYÜLÜN MANTIKSAL GÖR Ü NGÜLE R İ . . . . . . 74 1. Normlar . . . . . . .. . . ... . .. . ... . . .. . . . . .. .. . . .. . .. . .. . . . . . ..... . . . . . . 74 2. Kurumlar . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . ... ... . . . . . . . . . ... . .. . . . . . 81 ..

.

....

.

.

..

..

.

. . .. . .

.......

.

..

.

.

.... . . ...

.

..

..

..

. .

. . ...

..

..

.....

..

....... .. .

..

..

..

...

..

..

. . .

.

. .

.

....

. ..

.

...

..

.

..

. ...

. .

..

.

. .

.

. ..

. . .

.

.

..

.

.

.

.

..

.. .

. . .. ..

.

.

.

.

.

.. .

.

.

..

.

.

.

..

.. .

.

.

.

..

..

.

.

....

.

.

.

.

. .

.

... .

.

.. .

.

.....

.

.

.

..

.... . . . .

.

.

. . ....

.

.

. . ..

.

. . . ..

.. ......

.

........

... . . . . . . . .

. . . . . . .. . . . . . . .

5. BÖ L Ü M ....................... ..... ......... ........... .................. . . 87 .

.

.

.

.

. .

.

.••••••.•.•••••••..•.•.••.•.•.•.•.•••.•...•....•.•......•.•..........................

87

•.•.•....•.•.•.••....•.•.•..•..•.•...........•................................

92

SONUÇ KAYNAKÇA KAVRAMLAR DİZİNİ

............................................................ . .

101

Adil ve Kate Tanita Sanbay için...

DEGİŞTİRİLMİŞ YENİ BASKIYA ÖNSÖZ

Toplumun Mantığı, değişti ri l m i ş ola ra k yen iden bas ı l ıyor. Bu yen i

baskıda kitap, d a h a kı saltı l m ı ş v e matbu hata ları d üzeltilmiş hale geldi. U m ud u m o ki, bu a n a g övdesini ve perspektifi ni koruyara k, daha i l eride kita bı temati k bir genişletmeye tabi tutacağım. Kita bın yeni bir baskı ya pmasını ka bul ve içeriğini tayi n et­ memde Doç. Dr. Derda Küçükalp'in teşviki ve önem l i öneri leri oldu. Kendisine tekra r teşekkür ederi m . Tekn i k ya rd ı m larda bulu­ nan Doç. Dr. Za hid Sobacı'ya da m üteşekki ri m . Sentez Yayı ncı­ l ı k'ta n Rasime Kaş ı kçı, metni kısa sürede ve titiz şeki lde hazı rlad ı . G ü l beyaz Ka ra kuş, metni benden önce d i kkatl ice okudu; d i kkat çektiği hususlarda işimi çok kolaylaştı rd ı . Her i ki hanı mefend i n i n de emeğ i n e min netta rı m. Kaya pa/Bu rsa, 1 6 Ağustos 20 1 4

SUNUŞ

Rei n ha rt Kosselleck'in tari hi yeniden yazmak üzere ileri s ü rdüğü üç koşul, sosyoloji kon usunda yen i bir kita p yazmada da d i kkate a l ı n a bilir: Yen i kaynakla r bulma k, yen i bir okuma biçimi sunmak, n i hayet yen i bir yoru mda bu l u n m a k (Zi kreden: Polonen, 2003: 2). Bu üç koşu l u b i rden yeri ne geti rerek bir şey yazmak, ideal old uğu kadar çok iddialı da olan bir işçi l i ktir. Bu tür işçi l i ğ i ya pa n usta lar zaten istisnai şahsiyetler o l u p, kendi alanları n ı n ta ri hleri ndeki yeri ni çokta n a l m ışla rd ı r. Bu kita p, mütevazı bir amaç taşımaktad ı r: Sosyoloji d isipli n i ne i l işkin yen i bir yorum getirme denemesinde bulu nmak; sosyoloji­ nin mantıksal bir anlatı ola ra k önceden söylenmiş ola nla rla ve bili nenlerle temas içinde nas ı l bir s u n ulma i m ka n ı na sah i p olabi­ leceğ i n i g östermek. Şimdi va r mı, b i l miyorum; ben i m ilkokul öğ renciliği mde "el işi" d iye bir ders g örülürd ü . Bu derste beyaz bir karton zem i n i za mk­ la r ve o zem i n üzeri ne çeşitli ren kte pa rlak kağ ıtla rda n kurşun ka lemle minicik parçala r kopa ra rak, d iyeli m bir portre çizerd ik. İşi miz bittiğ i nde minicik pa rçala rın moza i k hali nde bir bütün olara k s u n d u ğ u görü n ü m; ren kleri nasıl uyu m l u laştı rd ı ğ ı m ızı gösterd iği g i bi, parlak kağ ıtla rd a n orantı l ı ölçü lerde ya rarlanıp ya ra rlanamad ı ğ ı m ızı da ortaya ç ı karırd ı . Bu kita b ı n yazılışı d a büyü k ölçüde öyle old u: Eldeki ma lzeme­ yi bir soru n sal etrafı nda uyu m l u ola ra k bir a raya getirmeye ça l ışa­ ra k, deyi m yerindeyse, sosyoloj i n i n a n ladığ ı m ız a n lamda bir port­ resi n i çizmeye u ğ raştı m . Ne kad a r a n l a m l ı bir portre çizi ldiği (hat­ ta bir portre var mı, yok mu) ta rtışması artık okuyuc u n u n kararına ka l m ı ştır. Kita bı n bir özelliği, bu öğ retim yılı da vermeye deva m ettiği-

10

TOPLUMUN MANTIGI

miz "Sosyoloj i " dersinde yard ı mcı materya l olara k ku l l a n ı lacağı d ü ş ü n ü lerek yazı l m ı ş olması d ı r. Bu itibarla, soyut a n latı m l a rı pe­ dagoj i k a maçla somut örnekler a racı l ı ğ ıyla resmetmeye ça l ı ştım; fa kat yaza rken meslekdaşları m ı n ba kışları n ı üzeri mde h issederek ça l ı ş m a m ı basit bir "gi riş" kita bına dönüştü rmemeye de gayret ettim. Söz meslekdaşlardan açı l m ı ş ken, titiz i rdeleme yetenekleri n i v e b i ri ki m leri n i bi ldiğim dostlar için bir h u s usa d i kkat çekmeyi görev sayıyorum. Böyle bir kita p yazmaya ka ra r verdiğimde he­ ves l i bir baba adayı psi kozuyla isim lendi rmeyi kafa mda çokta n ya p m ı ştım. Literatür taramasında b u l u n urken kita b ı mla biri ayn ı, diğeri çağrışı msal adda i ki ça l ı ş maya rastladım: Lard Add is'in ( 1 975) The Logic of Society. A Philosophical Study ve Jon Elster'in ( 1 978) Logic and Society baş l ı kl ı kitapları. Elster'in kita bı zaten kütü phanemde mevcuttu; soru nsa l ı n ı n ve ya klaş ı m ı n ı n beni m yazaca ğ ı m kita pta n çok fa rkl ı old u ğ u n u b i l iyord um. Add is'i n kita b ı n ı mera k ederek b u l d u m ve görd ü m ki, o n u n ki de ta mamen bi l i m felsefesi meselelerine ta hsis ed i l miş bir ça l ı şmayd ı . Böylece h i ç teredd ütsüz, ka ra rlaştırd ı ğ ı m adı kita b ı m a koyd um ve şimdi ken d i n e özg ü bir ad olarak okuyucuya s u n uyorum. U marım do­ ğası da a d ı gibi özg ü n görü l ü r ve bu yönde gösteri l i rse, alabi le­ ceğ i destekle sağ l ı kl ı büyümeye aday olur. A l i Yaşa r Sarı bay

1. BÖLÜM

GİRİŞ "Toplumlar a n l a m fabrikalarıdır." Zygmunt Bauman " . . . mahayyü l, a rzu n u n -ya da 'istem'in- b i r ürünü değildir. Durum tam da tersidir, i nekler a rzu lamaz, çünkü -insani a n l a mda- tahayyül leri yoktur." Cornelius Castoriadis 'Toplumsal tahayyü l, bir fi kirler dizisi ol mayı p, topl u m u n prati kleri ni an­ lamlandırma i m kanıdır." Charles Taylor " Eylemde b u l u n u rken h i kayeler a n l atıyoruz ve eylemlerimizi icra ettik­ ten sonra da onlar hakkı nda h i kayeler anlatmayı sürdü rüyoruz . .. [H)ayatlarımız öyküleniyor ve öykü lerimiz yaşan ıyor." Brian Fay

Klasik sosyoloj i i n celemeleri (başta Weber, Du rkhei m, Marx ve Simmel'in çalışmala rı olmak üzere), toplu m u n bir bütün olarak sa h i p olduğu ya pıyı; bu yapıyı meydana getiren unsurları ve bağ­ lantıların ı; toplu m l a r a rası fa rkl ı l ı kların neler old u ğ u; her bir top­ l u m u n ta rihsel yeri ni, gelişi m i n i ve d eğişimini yarata n d i nami kle­ rin nasıl oluştuğu merakı üzeri n e bina edilmişlerd i (Mills, 2000: 1 7). Klasik sosyoloji, böylece i ki şey ya pmış ol uyordu. Birincisi, sosya l olara k n iteleyeceği miz geniş bir ontolojik alanı, top l u m ad ı altında darlaştı ra rak zi h i nsel bir form haline dönüştürmek; iki nci­ si, sekü ler top l u mların (Fra nsa, Alma nya ve İ n g i ltere) ürünü ve modern ite probleminin bir b i l i m i olarak, söz konusu zihi nsel formu rasyonaliten i n aynası şekli nde inşa etmek. O kadar ki, bu açıdan Moscovici ( 1 993: 338) sosyoloj i n i n rasyonal iteye en uy­ g u n b i l i m old u ğ u n u vurgulamakta n kaçınmamaktadır. Sekü lerl i ğ i n ve modern l i ğ i n oluşturduğu bir a rka plan, sosyo­ l oj i n i n "rasyonaliteye en uyg u n b i l i m " haline gel mesini beslemiş-

12

TOPLUMUN MANTIGI

tir. İlaveten, başat inceleme nesnesi ya pılan top l u m u n kend isi n i n de rasyonel olduğu (neticede bir a kla sah i p olduğu) g i b i bir meş­ rulaştı rmaya olanak ta n ı m ıştır. Giderek, sosyoloj i bir işbö l ü m ü çerçevesinde kend isini insan d ü nyası n ı biçimlend iren a kl ı n uz­ manı olarak kon umlandı rmıştır. Buna göre, doğa n ı n aklı genel olara k b i l i m i n, ta nrı n ı n aklı teoloj i n i n uğraşı h a l i n e gelirken; sos­ yoloji top l u m u n a kl ı n ı i n celemeye koyu l m uştur. Neticede sosyo­ loji, akıl gözüyle top l u m u seyreden bir bi l i m haline gelerek, teori­ leşti ri l m iş; öze l l i kle yirminci yüzyı l ı n orta larında ra kamlara, istatis­ tik ve matemati ksel form ü l lere boğ u l a ra k teknoloj i k bir mah iyete bürün meye başlamıştır. Dolayısıyla, a rtık "sosyoloj i " za man ve meka n s ı n ı rları içerisinde somut olayları a n l a maya ve anlatmaya g i rişen bir düşünme şekl i n i n değ i l, bir bağlamdan yoks u n soyut tasvi rlerin uzma n l ı ğ ı n ı n a d ı o l m u ştur. Sosyoloj i n i n bir uzma n l ı k d a l ı olarak teknoloj i k özel l i k kaza n­ ması, onun i nsan d ü nyas ı n ı şeyleşti rmesine, dolayısıyla ya pay böl ü n melere ta bi tutma sına da sebep o l m u ş; a lt-işbö l ü m leri, uzma n l ı kl a r geliştirerek sosya l ola n ı tüm leşik (integrated) şeki lde anlama olanakları n ı n kısıtl a n masına yol açmıştır (Benzer görüşler için bkz.: Seid m a n, 1 99 1 : 1 43). Bir düşünüş tarzı n ı n uzmanlaşmas ı n ı n ve tekn i k bir a l g ı l a ma­ ya hapsolması n ı n doğ u rabi leceğ i önemli sonuçlard a n biri sosyo­ loj i n i n de başına geldi: Topl umsal pratiği, fa i l leri n i dışlayara k uzman kiş i n i n mantığına göre kavra m laştı rmak v e rasyonal ize etmek. Bir başka deyi şle, sosyolog u n bir disipl i n i n d ü ş ü n ü rü ola­ ra k, topl u msa l d ü nyaya dair bilgi leri m ize açıkl ı k geti recek ve onları sistem leştirmeye hizmet edecek bir bağ l a ntısal s ı ralamayı, sadece ken d i algı, ya rg ı ve a n l a m d ü nyas ı n ı n sureti şekl i nde ya n­ sıtmak; tekn i k bir epistemoloj iyi, topl umsal bir ontoloj i n i n yeri ne geçi rmek. Ça l ı ş m a m ız aslı nda bu zaafı n doğ u rd u ğ u boş l u kta n başka tür bir sosyoloj i n i n i m kanlarını s ı na mayı a maçlaya n bir g i rişim sayı­ labi l i r. B u iti barla, sosyoloj i n i n sosyolog u n kendi a n latısın ı değil, fa i l i n ve fi i l i n kendi leri n i nasıl bir mantıkla an latt ı kl a rı n ı n a n latısı­ nın s u n u m u n u ya par. Ka l kış noktası ise, topl u m u n kendisinin mantıksal olduğu değ i l; topl umsal fa il lerin ve fi i l leri n bir ya ndan; onlar üzeri ne gözlem yapanların öbür ya ndan, topl u ma dair bil­ gileri n i n bir mantığı içerd i ğ i d i r. N iteki m sosyoloj i n i n kavram olara k terki bi üzeri nde biraz du-

GiRiŞ

13

ra ra k ne söylemek isted i ğ i m izi d a h a a ç ı k a n lata b i l i riz. Kel i mesi kel i mesine bel irti lecek o l u rsa, sosyoloji, sosya l (Lati nce socius) ola n ı n mantı ğ ı (Grekçe logos) a n lamına gel ir. Sosyal (socius), Lati ncede meslekdaş, orta k, eş, a rkadaş, yoldaş, m üttefi k gibi bir ortaklığı paylaşan kişiye karş ı l ı k olara k ku l l a n ı l maya başlamıştır (Leleda kis, 2000: 39; Schatzki, 1 996: 1 3-4; Ca ng ızbay, 1 996: 2 1 -2). Mantı k (logos) ise G rekçede kon u ş ma, açıklama, hesap, a kı l, ta­ n ı m, akıl yeti si gibi çeşitli a n l a m ları içeri r; fakat o n u n bir de bizi burada ya kından i lg i lend i ren başka a n l a m ları vard ı r: Söz, kelam, a n latma k, nakletmek, h i kaye etmek (Peters, 2004: 208-9). O halde, "sosyoloji", ded i ğ i m izde; esasen bera ber ol mayı ge­ rektiren bir mantıktan söz ettiğ i miz kadar; o bera berliği h i kaye eden, a n l ata n bir kavra mlaştı rma da yapmış olma m ız gerekir. Buradaki söz konusu an latı ( h i kaye etme), şü phesiz d ışa rıdan bakan birinin a n latısı n ı da ka psar; fa kat ondan daha öne m l i olanı, bera ber ol mayı bir insan eylemi olarak gerçekleştirmiş olanların, o eyleme b u l u n d u kları durum açısından, fa rkı nda olarak veya olmaya ra k, bir gerekçelendirme ya parak (bir ma ntı k izleyerek) ka ra r vermiş olduklarını ne şeki lde h i kaye etti kleri d i r. İ çeriden ve dışa rıdan ya pılan a n latı lar ve bu a n latı l a r üzeri ne d iğer a n latı lar, insanların nasıl ed imde (fi ilde) b u l u nacakları n ı yöneten d ü ş ü nceler d izisi olara k topl umsal prati ğ i n (Schatzki, 1 996: 96), m utlak bir doğru olara k görü l memes i n i bera beri nde getirdiği g i bi; beraber va rolma biçi m i olan sosya l'i (Schatzki, 1 996: 1 5) ayrı ntıla rıyla yen iden i nşa ederek, a n l a m a m ıza düşün­ sel bir olanak da sağ l a r: Tecrü beleri mizi n nasıl genişleyebileceği­ ne d a i r bir tahayyü l kud reti oluştu rur. Buna ka rş ı l ı k, topl u m (Lati nce societas) bi rleşmek, birlik an­ l a m ı n a gel mekle bera ber, sosya l i n doğal genişl i ğ i n i ve kuşatıcı lı­ ğını darlaştırmış; deyi m yeri ndeyse kısmi organ ize halinde bera­ ber oluşları ifade etmede ku l l a n maya başlanm ıştı r (benzer bir görüş için bkz.: Çiğdem, 2006: 7). B u nda şü phesiz on sekizi nci yüzyı lda Ayd ı n l a n ma'yla bera ber toplumsal i l işkilerin Leledakis'in deyişiyle "... üzeri ne fa rkl ı top l u msal kon u m l a rı n kazı nd ığı bir insan doğası olara k beti m lenen bi rey d üzeyinde işleme"ye baş­ lamas ı n ı n rol ü büyüktür (2000: 39). Buradan, ya n i teki l l i klerin a ğ ı r basmasıyla ortaya çıkan fa rklı­ l ı kta n, bi reylerin "ya l ıtı l m ış, özerk monad lar" olara k varolmaları-

14

TOPLUMUN MANTIGI

n ı n kend i l i ğ i nden zoru n l u kı ldı ğı bir "düzen" (organize olma) i htiyacı bel i rm iş, dolayısıyla toplu m içinde nasıl ve niçin bira rada b u l u n m a k m ü mkün ol uyor meselesi a ğ ı r l ı k kaza n m ı ştır (Leleda­ kis, 2000: 39; Schatzki, 1 996: 1 69-73). Topl umsal d üzen meselesi üzerine yoğ u n laşmak, sosyoloj i n i n genel olarak sosya l 'de a raması gereken bera ber o l m a mantığını, da rlaştı rarak toplumda a ra maya başlaması n ı; giderek sosya l i n yeri ne, onun som ut, fa kat teki l bir teza h ü rü olan "topl u m u n b i l i­ mi" olmasını zoru n l u kı l m ı şt ı r. B u g ü n, ya n l ış değ i l ama eksik bir tela kkiyi ya nsıta n bu zoru n l u l uğa uymaya deva m ediyoruz: Sos­ yoloji ya pa rken topl u m u n da içine otu rd uğu daha geniş bir çer­ çeve olan sosyal 'e bakmayı i h m a l ed iyoruz; dahası söz konusu eks i k tela kkiyi, sosyoljiye "top l u m b i l i m" diyerek d i l i m izde de peki şti rmiş b u l u n uyoruz. "Sosyo-loji"n i n esasen sosyal'in mantı ğ ı n ı incelemek ve onu h i kaye etmek olduğu b i l i nmelidir. Sosya l, m ü n hasıran topl u m l a özdeş kı l ı n a mayacağ ı için, onun örneğ i n ekonomi, siyaset gibi alt-tü rleri nden söz etmek de insan d ü nyasında mevcut doğal bir böl ü n meyi değ il, a kademisyenlerin ya ptıkları işböl ü m ü n ü n neti­ cesi olan b i lişsel bir meseleyi ifade eder (Ba u man, 1 998: 1 3; 1 5). B u sebeple, sosyoloji eğer sosyal'in mantığı ve h i kaye ed ilişini dile geti riyorsa, her şeyden önce, "sosyoloji" yeri ne "top l u m bi­ lim" teri m i n i ku l la n mak çok uyg u n değ i l d i r ("Sosyoloji"nin 'Top­ l u m b i l i m"e neden tercih ed i l mesi gerektiğ i n i n i kna edici bir iza h ı için bkz.: Cang ızbay, 1 996: 1 5- 28). Şüphesiz, "topl um" teri m i n i ku llanmakta n kaçınmak gibi bir öneri a n la msız olsa da, sosyoloji ya parken en azı ndan sosya l ile topl u m u n nerede birbiri n i n yerine ku llanıld ı ğ ı n ı n işaretleri de veri l meye ça l ışılmalıdır; ü stelik sosya l'in teori k bakışa göre deği­ şen bir öze l l i k gösterd iği göz önüne a l ı n d ı ğ ı nda . . . (Bu kon uda bkz.: Al bertsen-Diken, 2003). Kend i çal ışmamızda bazen açık bazen örtük olarak bunu ya pmaya gayret ett i k (Örneğ i n "Norm­ lar" ve "Kuru m la r" ba h islerinde trafi kten evl i l i ğe, töre ci nayetle­ rinden d i l ekçe ha kkı na kadar bi rçok konuyu ele a l ı rken, insanların eylemleri n i n bütü n ü nden söz açmış olduğ u m uz için, "toplu m", derken aslında "sosya l"i kastettiğimizin anlaşılabi leceğ i n i va rsay­ d ı k) . İ l g i l i böl ümlerde yaptığ ı m ız tan ı m l a rda da gösterdi ğ i m iz g i bi, sosya l i asgari d üzeyde i ki insa n ı n kolektif n iyet l i l i kle bir a ra­ ya gel mesiyle ka rş ı l ı kl ı l ı k temel i nde oluşan bir olgu olarak gör-

GiRiŞ

15

d ü ğ ü m üzden; topl u m u, söz kon u s u n itel i kteki olg u l a rı çerçeve­ leyen cisim leşmiş düzenlemelerin bütü n ü olarak a n l a d ı ğ ı mızı burada da tekra rlaya l ı m. Amacım ız, top l u m u tan ı mladığı mız anlamda topl u m ya pa n mantığın, sosya lden bes lenen kökleri üzeri ne d ü ş ü n meye ça l ı şmak o l d u ve ortaya böyle bir sosyoloji taslağı çıktı. Taslağ ı m ız beş a n a böl ü mden oluşmaktad ı r. Giriş { 1 .Bö l ü m), pers pektifi mizin gerekçelendi rmes i n i içermekted i r. Mantık (2.Bölü m)'de "Mantı ksal Anlatı" olarak isimlend i rd i ğ i m iz türde sosyoloj i ya pma n ı n gerekçeleri n i bazı kavra msal ta n ı mlamalar ve açıklamalar eşl i ğ i nde sun uyoruz. Metodoloji (3.Bölü m)'de sos­ yoloj i m izin hangi fel sefi zem i nd e i nşa ed ilebileceğ i n e d a i r hazı r­ layıcı açıklamalar ya pılmaktad ı r. Epistemoloji (4.Böl üm)'de sos­ yoloj i m izin epistemoloj i k a rka planı ayrı ntı larıyla resmed i l mekte; o resmin gölgesi n itel iği ndeki ontoloj i k meselelere yön e l i n mek­ ted i r. Sonuç {5.Bö l ü m) ise perspektifi m izi n geleceğine d a i r bazı çıka r ı m lara daya nm a ktad ı r. Kita b ı m ız, sosya li, bir d u rumdan ha reketle ele a l ı p, o d u ru­ mun doğ u rabileceğ i tahayyü l l eri tasvi re ça lışmaktad ı r; ama ken­ di s u n u m u n u n da d ü ş ü nsel bir ta hayyü lden i ba ret olduğunu bil mekte; dolayısıyla kend i n i bir fi kirler zinci riyle sımsıkı bağla­ maya ra k top l u msal prati kleri a n l a m landırman ı n sadece bir tasla­ ğ ı olduğ u n u tekraren ka bul etmekted i r.

2. BÖLÜM

MANTIK Sosyoloji, en başta i nsan d ü nya s ı hakkında bir d ü ş ü n me biçimi olduğu g i bi (Bauman, 1 998: 1 6); ayn ı za manda bir bi lgi tipi ve epistemoloj i i l e bağlantı l ı (Piaget, 1 995: 30) entelektüel bir g i ri­ şimdir de. Sadece, Du rkhei m, S i m mel, Weber, Marx ... g i b i klasik d ü ş ü n ü rler değ il; Parsons, Bauman, Goffman, Luhmann ... gibi çağdaş sosyolog l a r da kend i ya klaş ı m ları doğru ltus u nda toplu­ m u n bilgisine dair incelemelerde b u l u n muşlard ı r. Bu bakı mdan, ya pılacak her yen i sosyolojik çözümleme, zengin ve çeşitl i li ğ i bol bir a rka plana sa h i ptir. Ancak, g ü n ü m üzde "sosyoloj i ya pma", mevcut ya klaş ı m la rı, teori leri, dolayısıyla "sosya l" (Lati nce socius) olana i l işkin açıkla­ maları, g ü n ü m üz koşul larına uyarlamak g i ri şi mi olamaz. Şü phe­ siz, zeng i n bir kuramsal bi riki mden kendi çözüm leme çerçevemiz için esi n lenmek ve o doğrultuda ya p ı l m ı ş ta rtı şmaları, ortaya atı l m ı ş soru l a rı ve o soru lara veri l m iş ceva pları d i kkate a l m a k kaç ı n ı l mazd ı r. Ç ü n kü sosyoloji ya pmak b i r boşl u kta meydana gel mez. B u boşluğa d üşmeme n i n başta gelen koşulu, incelenen meselelere yaklaş ı m ı bel i rleyen ve arka planda üzeri ne otu rd uğu fel sefi zem i n e işa ret eden bir yönteme sa h i p olmaktır. Metod (Yöntem) meselesi önem l i d i r, çünkü metod, her şey den önce, içinde yaşad ı ğ ı m ı z d ü nyayı daha iyi a n l aya b i l men i n ya kla ş ı m ta rzı n ı bel i rler v e ken d i miz ile a n l amaya g i riştiği miz mesele, o l g u a rasındaki i l işki n i n doğasına dair ya rg ıda b u lun­ mam ıza ya rd ı m eder (Sayer, 2000: 1 2) . Bu açıdan, soru l ması gere­ ken i l k soru, sosyoloj i n i n i nceled i ğ i kon ulara değil, kend isine yöneltilen bir soru o l m a l ı d ı r: Nasıl bir sosyoloj i veya hangi sosyo­ loj i ? Kita ptaki kon u l a ra bu soru n u n cevabıyla ba ş l a ma k; h e m o

18

TOPLUMUN MANTIGI

kon u la rı n açıkla ması nı daha berra k kı l a b i l i r, hem de o çerçevede ya p ı l a n ta rtışmaların s ı n ı rl a rı n ı n hangi nokta lardan geçtiğ i n i bel i rleyebi l i r. İ l k başta bel irtil mesi gereken h usus, bu kita b ı n temel sorusu­ nun "Topl u m nası l m ü m kü n ol uyor?" şekl i nde form üle ed ilen bir soru olmadığıdır. B u n u n yeri ne, top l u m u top l u m ya pa n bir man­ tığ ı n va ro l u p olmadığ ıyla ve onun d ışa vurum uyla i lg i len iyoruz. Ya l n ız, burada hemen açıklığa kavuşturmamız gereken mesele, "top l u m u n mantığı" ile kasted ilenin, topl u m u n kend isinin man­ tı ksa l olduğu değil; daha çok hem içinde eyleyen fai l ler olara k, hem onu i n celeyen gözlemciler olara k topluma d a i r bilgi lerimi­ zin bir mantığı içerdiğid ir. B u mesele, aslında felsefi olarak çok uzun ve ba mbaşka bir iza h ı gerekti recek kad a r geniştir. Çünkü felsefe ta rihi nde genel olarak d ü nya n ı n mantı ksa l l ığ ı n ı iddia eden görüşler i le d ü nya n ı n değ il, ancak d ü nyaya d a i r bilgi leri mi­ zin mantıksal olabi leceğ i n i i l eri süren görüşler arasında hala da bitmemiş bir tartışma va rd ı r. Bu kita pta i ncelemeleri m iz için temel öncül, Ba uman'ın ifade­ siyle, d ü nya n ı n kend isinden çok, d ü nyayla i l işki mizi bi lebilece­ ğ i m izd i r. Çünkü pratiğe a kta rd ı ğ ı mız, olduğu gibi olan bir olgu olara k d ü nya değ il; dil ve eğ itim a racı l ı ğ ıyla ed i ndiğimiz ya pı taşlarından s ı kıca örü l m ü ş bir i mge (tahayyü l) olara k d ü nyad ı r (Ba u man, 1 998: 1 3) . Kita bın i kinci öncü l ü d e ta m bu noktad a ortaya ç ı kmaktad ı r: Dünyaya, topluma d a i r d i l v e eğitim a racı l ı­ ğ ıyla ed indiğimiz bilgi ler temeli nde inşa olan söz kon usu tahay­ yü l ü n bir mantığı old uğu. Söyled i klerim izi biraz somutlaştı ra l ı m. Genel olarak bilgi, mantıksal akıl yürütme yol l a rıyla i l g i l i bir faa l iyettir. Söz kon usu a kı l yü rütme yol l a rı mantıkta ded ü ksiyon, end ü ksiyon ve analoji olara k üçe ayrı l ı r. Bu üç yol son ta h l i lde mantı ğ ı n özdeşl i k, çel iş­ mez l i k ve üçüncü ş ı kkı n ol mazl ığı bağ lamında işleme tabi tutu l u r (Qu i ne, 1 980; bu kon u l a rd a Tü rkçe'de en iyi kaynak olara k bkz.: Özlem, 2004) . Bu açıdan, örneğin birçok insan içinde yaşad ığı top l u m u benzersiz ka b u l eder. Bunu ya pa rken, fa rkı na va rmada n m a ntı ğ ı n özdeş l i k, çel işmezl i k v e üçüncü ş ı kkın ol mazl ığı i l keleri doğ rultusunda d ü ş ü n m ü ş ol u r. Bir başka deyişle, toplumu "kendi olan" (Özdeşl i k), "kend i nden başka bir şey ol m aya n" (Çelişmezl i k) ve "ya kendisi olan ya da bunun dışında başka bi r şey olan" (Üçüncü Şı kkı n Ol mazl ığı) bir kavra m laştı rmaya ta bi tutar.

MANTIK

19

Fakat b i r şeki lde kend i topl u m uyla d iğer bazı top l u m la r ara­ sı nda benzerl i kler görd üğünde, ya n i analoji {kıyas) ya pmaya başladığında topl u m u n u n benzersiz olmad ı ğ ı sonucuna va rabi l i r {G loba l leşmen i n küçültmüş o l d u ğ u bir d ü nyada bu i mka n fazla­ sıyla va rd ı r ve kaç ı n ı l mazd ı r). Bu çerçeve da hi l inde topl u m üyele­ rinin, bi rbi rleriyle ve diğer top l u m la rla olan i l işkileri nde bir mahi­ yet değ i ş i kl i ğ i n i n oluşması da i m ka n dahiline g i rebi l i r. Bir kere, tek başına özdeşl i k i l kesi doğ rultusunda bir mantık yürütme, bir şeyi old u ğ u n u n ötesi ne taşıyamayacağı için düşü nceyi ve bakışı ister istemez kısı rlaştırır. Ancak çel i ş mezl i k i l kesi sayesinde fa rkl ı­ l ı ğ ı veya başka ol mayı düşünebil i r ve bu sayede d ü ş ü n ü len şeyler a rasında bağ kurmayı başararak, mantık i l i şkisel bir temele otu r­ tulabilir {Bkz.: Özlem, 2004: 5 1 ). Şü phesiz, topl u m üyeleri davra n ı şta b u l u n u rken, el lerinde reh ber bir mantık kita bıyla ha reket etmemekted i rler. Ama top­ l u msal i l işki l erde fa iller, Ma rx'ı n bir sözü n ü biraz d eğ i şti rerek söyleyecek olu rsa k, "bi l mezler fa kat ya pa rlar". Bizi m vurg u l a maya ça l ıştığ ı m ız da bu "bi l meden" ya pılan ların esasında olaya i l i şkin çıkarım ları "doğ ru" veya "ya n l ış" olsun bir mantığa dayandığıd ır. Mantık, bu a n l a mda, Jon Elster'in bel i rttiği g i bi, bir dild ir {Elster, 1 978: 1 O ). Öyle i se, mantık, son ta h l i l de, topl u m u n bize kendini a n l atması n ı n ve bizim topl uma nasıl baktığımızı a n latma m ızın i puçları n ı içeri r, d iyebi l i riz. B i r başka deyişle, topl u m u n mantığı­ nın ne old u ğ u n u ortaya çıkarmak, aslında topl u m u n d i l i n i res­ metmek o l d u ğ u kadar; topl u m u n d i l i ne ba ka ra k topl umda süre­ giden i l işkilerin nasıl bir mantığı içerd i ğ i n i saptamakt ı r da. B u rada çok yı l la r önce yaşa n m ı ş kişisel bir olayı örnek göste­ rerek ne demek isted iğimizi daha iyi an lata b i l i riz. Ta rsus'ta l i se­ m izin ara tatile g irmesiyle bir grup a rkadaş otobüs term i n a l i n i n ya kı n larında dolaşı rken, çok sevd i ğ i m iz edebiyat öğretmen i m izi e l i nde bir va l izle term inale doğru ya klaşı rken görd ü k. Öğ retme­ n i m iz Manisalı i d i ve biz onun a ra tati l vesi lesi ile mem leketine gitti ğ i n i d ü ş ü nerek, yolcu etmek üzere ya nına koştuk ve va lizi n i taşımak i sted i k. Öğretmen i m iz bizlere bi raz şaşkı n şeki lde bakı p, teşekkü r etti ve Manisa'ya değ i l , bi raz i lerdeki bir d ü kka na, va l izi­ ni ta m i r ettirmeye götürd ü ğ ü n ü söyled i. Bu olayda bizleri o şeki lde d avra n maya iten bir mantık vard ı ve hepimiz o ma ntı k çerçevesinde a kı l yürütmemizi sağ laya n kura l la rda hemfikir olara k öyle davra n m ı ştık. Önce, bu kura l ları

20

TOPLUMUN MANTIGI

oluşturan unsurl a rı s ı ralaya l ı m : 1 . Tati l, 2. Ya ba ncı, 3. Va l iz, 4. Otobüs term i n a l i . Bu u n s u rl a ra dayanan bir çerçeve içinde akıl yürütmemiz ise şöyleyd i: "Tati lde i lçemizi n yerlisi ol maya n ho­ cam ız, e l i nde val izle otobüs termi naline ya klaşıyorsa, m utlaka memleketine gidiyor o l m a l ı d ı r." "Geçerli" ya klaşmıştık, ama "ya n­ l ı ş" ç ı karımda b u l u n m uşt u k (Bu örneği aşağıda yer yer ku l l a naca­ ğ ı m ız için "Seya hat Örneğ i " olara k kaydedelim). B u nokta, g ü n ü m üzün öneml i b i l i m fel sefeci lerinden Michael Arbi b'i n uya rıs ını hatırla m a n ı n ta m yeridir. Arbib ( 1 985: 35-36), g ü n l ü k hayattaki olayları ve davranışları göz önüne a l d ı ğ ı m ızda, mantığı, i n san d üşüncesi için olmazsa ol maz bir koşul olara k görmekten çok; olayların s ı n ı rlarını ortaya ç ı ka ra n bir i l k a kı l yü­ rütme ya klaşımı şekl inde a l g ı l a ma k gerektiğ i n e işa ret eder. Aksi ta kd i rde, mantık, gerçekl i k ha kkı nda bi lgi elde etmeye yöne l i k bir bi l i m g i b i görülebi l i rd i ki, gerçekl i k, mantı ğ ı n kon usu değ i l d ir (Özlem, 2004: 6 1 ) . Ma ntı k, daha çok, bi r olayı ve/ya eylemi mey­ dana geti ren unsurlar a rasındaki bağ l a ntıyı bel i rleme yordamıdır. B u n u n l a bera ber, "doğru" veya "ya n l ış" çıka rı mda b u l u n m u ş o l m ak, Arbib'in bizzat bel i rttiği gibi, mantı ğ ı i n kar etmek a n l a m ı ­ na gel memekte, mevcut bir bütünden ya nsıya n kı smi bir ana ışık tutmayı ifade etmekted i r. Ç ü n kü deyim yeri ndeyse, mantı ğ ı n göm ü l ü o l d u ğ u daha g e n i ş bir topl umsal b ü t ü n vard ı r k i , b u n a kültür d iyoruz. Şöyle düşünelim: Yuka rıdaki örneğ im izde öğrencilerin sevd i k­ leri bir öğretmeni uğurlamak üzere ha reket etmeleri n i sağ laya n, belki her şeyden önce, yerleşi k kültürleri n i n onlara em poze ettiği sevg i, sayg ı gibi değerler -yu ka rıda bel i rttiğ i m iz 4 unsur çok kuv­ vetli olara k yolcu l u ğ u çağ rıştı rsa da- onların a l elacele akıl yürüt­ meleri nde rol oynamıştır. Bu açıdan bakı l d ı ğ ı nda top l u m u n d i l i olara k mantık d a h a a ç ı k h a l e gel mekted i r. Bel i rttiğ i miz olayda mantığın devreye g i rmesi, bir büyü ğ ü n yolcu ed i l mesi n i em poze eden kü ltürel pratiğ i n bel i rmesine pa­ ra leldir. "Yolcu uğurlama" gibi topl u msal bir norm u n varlığı bize kendi ni, bir d u ruma özg ü işa retler/sem bol ler (va l iz, tatil, ya bancı ve term i n al ) a racı l ı ğ ıyla göstermiştir; söz kon usu sembol le­ rin/işaretlerin, daha sonra açı klayaca ğ ı m ız, hafıza m ızda depo­ l a n m ı ş a n l a m l a rı, öyle bir davra nışta b u l u n m a m ızı sağ lamıştır. O halde, davran ışlarım ıza içkin mantık, ancak kültürel bir top­ l u msal prati k içinde a n l a m taşımakta ve işlem görmekted ir. Bu

MANTIK

21

ise top l u m sa l fai l lerin, g ü n l ü k hayattaki eylemlerine esasen belirli normlar d a h i l i nde pratik akıl yürütmeye daya narak g i rişti kleri n i gösterir. Böyle bir g i rişimin, i l k önce, bel i rl i bir süreci veya d u ru m u meydana getiren unsurlar a rası ndaki i l işkisel l i k a n la m ı nda b i r çıkarımı e s a s a l d ı ğ ı n ı hemen bel i rtmeliyiz. Ç ü n kü top l u msa l durumlara ve i l i ş kilere yükled i ğ i m iz ve belirli kurallarca yönlen­ dirilmiş pratikleri n beklenen son uçlarına işa ret eden an lam; her şeyden önce, bir ma ntı ksal çıka rı m ı n ürünü olara k kend i n i göste­ ri r. Burada "çı karı m"dan kastım ız, veri l i öncül lerden tutarl ı bir so­ n uca va rmaktır. Bunu ya parken, top l u msal bir d u r u m u n ve i l i şki­ nin geçerl iğine dair bir onamada b u l u n d u ğ u m uzu un utmama­ mız gerekmekted i r. Çünkü içinde yer aldığ ı m ız durumlar ve i l i şki­ ler, bel irli norm l a r zem i n i nde vücut bulmuş olup, içerd i kleri an­ lam iti ba rıyla o d u rumlara ve i l işkilere dair ta n ı m lama larda bulu­ n u r (Bu konuda bkz.: B ra ndam, 1 994: 9 1 ). Bir çıka r ı m ı n doğas ı n ı bel i rleyen onun geçerl i olduğu veya olmadığıd ı r. Bu açıdan herha ngi bir ç ı ka rı mda b u l u n u rken, onun "doğ ru" sonucu vermesi beklenemez; ta m tersine "ya n l ış" bir sonuca da va rmış olmamız m ü mkündür (Seya hat Örneğ i ' i n i tek­ ra r hatırlaya l ı m : Öncüller seya hate çıka n bir öğretmen sonucuna vard ı rd ı ğ ı nd a "geçerl i", ama "ya n l ış" bir çıkarı m ı içermekteyd i). Hal böyle o l u nca, çıka rı m ı n zem i n i n i mantı ğ ı n d eğ i l, pratik akıl yürütmenin ol uşturd u ğ u açıkl ı k kaza n ı r. Çünkü mantık, ilk ve her şeyden önce, "doğ ru" kavra m ı eksen i etrafı nda döner ("doğ­ ru düşün me", "doğru ifade", "doğru ha reket etme", vs. g i bi). Oysa genel olarak akıl yü rütme, öncüller ve b u n ların daya n d ı ğ ı öner­ meler a rası ndaki i l i şkiden ha reketle yeni önermelere va rabil meyi ifade eder. Pratik akıl yürütme de bu bağ lamda, eylem leri miz i l e eylem le­ rim ize yön veren norm lar arasında mantıksal i l işki kurmak olarak ta n ı m la n a bi l i r Bu ta n ı m ı Brandom'dan (2003: 79-80) esi nlenerek ya pıyoruz. Dolayısıyla, prati k akıl yü rütme esasen herhangi bir durumun içerd i ğ i bel i rsizl iğe veya o d u ru m u n daya n d ı ğ ı normla­ ra dair bilg i eks i kliğine daya n madan hareket eden bir d ü ş ü n me ta rzıd ır. Çünkü prati k akıl yü rütmede b u l u n u rken, asl ında g i ri ştiği miz

22

TOPLUMUN MANTIGI

eylem i n uyg u n olup olmadığına i l işkin ka ra r vermeye yönelmiş ol uyoruz (Wa lton, 1 990: 405). B u rada B random (2003: 84)'un verd i ğ i bir örneğ i biraz değ i ştirerek kul la naca k o l u rsak; bir iş başvu rusunda b u l u n urken kravat ta ka rsam, ben i işe a lacakların nezd inde i l k izlen i m i n ol u m l u olaca ğ ı n ı d üş ü n d ü ğ ü mde, prati k akıl yü rütmede b u l u n d u ğ u m u söyleyebi l i ri m . Ya n i beni m için işe a l ı n ma k amaç olduğundan, kravat ta kmam bu a macı gerçekleş­ tirmemde bana gerekl i bir u n s u r olarak g örü nmekted ir. Örneğ i mizin gösterd iği g i bi, akıl yürütme i l e mantık a rasında içiçe geçmiş bir bağ l a ntı vard ı r. Örneğ i m iz üzeri nde şöyle düşü­ nelim: O l u m l u izlen i m b ı rakmak üzere, neden kravat takmayı seçiyoru m da; b u n u n yerine en son moda saç sti l i tıraş ol mayı seçm iyorum. B u n u n çeşitl i sebepleri olabi l i r. Sözgel imi, kravat ta kma n ı n bizi "ciddi" ve "medeni" bir insan old u ğ u m uzu göster­ d i ğ i n e inandığımız (çü n kü içinde b u l u nd u ğ u m uz kü ltür bize b u n u telkin ediyord u r) için o terci hte b u l u n m u ş ola b i l i riz. Buna ka rş ı l ı k saç t ı ra ş ı m ızın ka rş ı tarafa ayn ı izlenimi verece­ ğ i nden emin olmaya b i l i riz. Demek ki, soyut bir akıl yürütmede b u l u n m uyoruz; tersine bazı norm l a rı göz önüne a l a ra k bize uy­ g u n gelen bir davra n ı ş g österiyoruz. Ama b u n u n da durumun öze l l i ğ i n e göre değişken l i k gösterebileceğ i n i eklememiz gereki­ yor. Bir ban kaya iş için başvu ruda serg i lememiz gereken görünüş ve tavı r, bir ses yarışmasına ya ptığ ı m ız başvu ruda kiyle ayn ı de­ ğ i l d i r (Ses ya rışmasında kravatı n ızın olumsuz, saç sti l i n izin olum­ l u izlen i m b ı ra kacağı aşika rd ı r). B u itibarla, akıl yürütmenin yön lendiricisi olara k mantık, son ta h l i lde, ma ruz ka l d ı ğ ı m ız d u ruma i l i şki n olarak ça l ı ş ı r. Başka bir deyişle, mantık bir d u ru m ha kkı nda akıl yürütmed i r. Bu noktada önem l i bir mesele de kend i l i ğ i nden ortaya çıkmış ol uyor: Akıl yürütme mantığa vücut veriyorsa, akıl i l e mantık a rasındaki i l i şki n i n niteliği ned i r? Soruya veri lebilecek ceva p, önce l i kle "akı l"dan ne a n l a d ı ğ ı mızı açıkla mayı zoru n l u kılar. Gene "Seya hat Örneği"ne dönel i m : Diye l i m ki, beş kişiden oluşan g rubumuzun dört mensubu, öğ retmen i m izi n seya hate çıktığ ı n a inanıp, diğer a rkadaşı m ız "Hayı r, belki de va l izi n i ta m i re götü rüyor." demiş olsayd ı; a rkadaşı mızın ta h m i n i doğrultusunda gerçekleşen son uca bakı p, onu "ne kadar akıllısın" d iye niteleye­ cektik. Arkadaşımızın "akı l l ı " sıfatı n ı hak etmesi, aslında a kl ı n

MANTIK

23

basit bir ta n ı m ı n ı da örtük olarak içermekted i r: "Doğ ru" olanı "ya n l ış" oland a n ayırma yeteneğ i . B u rada arkadaşımızın, g r u b u n d iğer mensuplarından daha "a kı l l ı" davranara k, d u ru m u n "doğru" bir açıklamasına h ü kmet­ miş ve herkesten daha çok "rasyonel" bir tutum gösterm iş olma­ sı; aklın ve a kli (rasyonel) ola n ı n tan ı m ı n a doğru bizi daha som ut olarak ya klaştırmaktad ı r. Akı l ve a kli nosyon ları n ı n fel sefi temel lend i ri l mesinde çağ ı m ı­ zın en önde gelen topl u m kura mcısı J u rgen Habermas; rasyonel­ l iğe i l işkin ya ptı ğ ı ta n ı mda şöyle der: "Bir a n latı m ya n ı l a b i l i r bilgi­ yi cisim leşti rd iği za man ve cisimleşti rd i ğ i ölçüde, böylelikle nes­ nel d ü nyayla bir bağla ntısı, ya n i o l g u larla bir bağ l a ntısı b u l undu­ ğ u n d a ve nesnel bir ya rg ı l a maya açık olduğunda rasyonel l i k koşullarını yeri ne getiri r." (Ha bermas, 200 1 : 33) O halde, Ha bermas'a göre, rasyonel l i k, her şeyden önce, "ya­ nılabilir bilg iyi cisimleşti rmek" o l u p; b u n u n olg u l a rla bağ la ntısını kuran "nesnel" bir "yarg ı lama" davranışıdır. Başka d eyişle, Ha­ bermas'a göre, rasyonelliğe ruh veren ya n ı lsamala rdan arı n m ış, nesnel bir ya rgıda b u l u n ma yeteneğ i göstermektir. N iteki m Ha­ bermas, ta n ı m ı n ı bi raz daha somutlaştırarak şöyle deva m eder: "Kend i n i ya n ı lsamalardan ve üste l i k (olgular hakkı n daki) ya n ı l g ı ­ ya değ i l (kendi yaşantı ları hakkında), kendi kend i n i ya nıltmaya dayanan ya n ı l sama lardan ku rtulmaya hazı r olan ve b u n u ya pabi­ lecek d u rumda olan bir kiş i n i n davranışına da, üste l i k de özel bir vurguyla rasyonel bir davra n ı ş d iyoruz." (Ha bermas, 200 1 : 45) Ha bermas, ya n ı l g ı ve ya n ı l sa mayı irrasyonel (a kl a daya n ma­ ya n ) davra n ı şı ta n ı m l a mada da ka l kı ş noktası ola rak a l ı r. Ona göre, siste m l i bir şeki lde kend i s i n i kendisi hakkı nda ya n ı l g ıya düşüren b i r kimse i rrasyonel davra n ıyor demekt i r (Ha bermas, 200 1 : 45). Habermas için akıl, aslında kökleri Ayd ı n la n ma'da olan tarih­ sel bir kategori o l u p; evrensel bir özne mertebesi n d e eski dün• n i n mitsel d üşü ncesine karşıt bir i l keyi ifade eder (Çiğdem, 1997: 79). Bu i l ke, esasen, Ayd ı n la n ma'n ı n fi kri mima rları ndan filozof lm manuel Ka nt'ın ( 1 724- 1 804) "Akl ı n ı ku llan maya cesaret et!" düsturun u n ya nsıtı l masından başka bir şey değ i ldir. Hal böyle olunca, i n s a n ı n a kl ı n ı kullanama ması, aslında otorite ve gelenek gibi onun cesa retini kırıcı engel lerin aşılamamış ol masıd ı r (Çiğ­ dem, 1 992: 1 5).

24

TOPLUMUN MANTIGI

Fakat mesele sadece söz konusu engel lerden i ba ret görül­ memelidir. Akl ın duygu gibi i nsa ni öznel durumlarla i lgisini g öz önüne a l d ı ğ ı m ızda, a kl ı n ı ku l lanamamanın, ya n i i rrasyonel dav­ ra n m a n ı n her zaman a kla-ka rşıt unsurlarla bağ l a ntı l ı olmad ı ğ ı n ı görebi l i riz. O kadar ki, mantıkl ı davra n m ı ş olmamız bi le, bazen bizi i rrasyonel davranmakta n kurta ra maya b i l i r. Yaşa n m ı ş bir olay­ la ne demek isted iğimizi daha açık kı l maya ça l ı şa l ı m. 2006 yı l ı nda Dr. M üeyyet Boratav, "Sa kınca l ı Doktor" baş l ı ğ ıy­ la mesleki a n ıları n ı da içeren bir kita p yayı nladı (Boratav, 2006). Dr. Boratav'ın g ü n l ü k gazetelere manşet olan ve ta rtışma başla­ ta n çok i l g i n ç bir anısı şöyle: Doktor olara k görev ya ptığı ilçen i n hasta nes i ne ayn ı gece doğ u m ya pmak üzere i ki kad ı n geti ri l i r. Biri zeng i n ve ta n ı n m ı ş bir a i lenin gel i n i; d iğeri çok fa ki r bir ada­ mın ka rısıdır. Doğ u m s ı rasında zengin g e l i n i n çocuğu ölü doğ a r; faki r kad ı n ise sağ l ı kl ı bir çocuk d ü nyaya geti ri r ama kendisi ö l ü r. Bu d u ru m ka rşısı nda hemşire ile doktor hiç kon uşmadan göz göze gelerek aynı şeyi d ü ş ü n m ü ş oldukları n ı an larlar ve uyg u l a r­ lar: Fakir ailenin sağ doğan çocu ğ u n u zeng i n kad ı na veri rler; ö l ü doğ a n zengin kad ı n ı n çocu ğ u n u da ö l e n fakir kad ı n ı n ya n ı n a koya rlar. Dolayı sıyla bir kad ı n sağ l ı kl ı bir doğ u m ya pmış, d iğeri doğ u m esnasında çocuğ uyla bera ber ölmüş g i bi s u n u l ur. Böyle­ ce, olan bitenden ha bersiz şeki lde zengin a i l e sevinerek, fa kir a i l e üzü lerek hastaneden ayrı l ı r. Bu örnekte Dr. Boratav rasyonel mi, i rrasyonel m i davra n m ı ş­ tır? Akı l yü rütmesine, dolayısıyla onun arkasındaki ma ntığa ba ka­ ra k doktorun i l k değerlendi rmede rasyonel davrandığ ı n ı dü şü­ neb i l i riz. Çünkü doktor şunu ya pmıştır: Sağ doğan a n nesiz çocu­ ğu gerçek a i lesine vermiş olsayd ı, zaten çok çocuğu olan fa kir aile bel ki bu yeni bebeğe ba ka mayacaktı; çocuk ya sağ l ı ksız bü­ yüyecek, ya da büyüyemeden ölecekti. Oysa ilk çocuğunu bekle­ yen, fa kat onun ö l ü doğduğundan ha beri ol maya n a i l eye çocuğu vererek; hem çok genç bir kad ı n ı ağır bir üzüntüden ku rta rm ış olacak, hem de istikba l i parlak görün meyen bir çocuğ u n i sti kba­ l ini gara nti etmiş olaca ktı. Meseleye daha ya kı n baktı ğ ı m ızda, doktorun akıl yürütmesi­ nin "geçerl i ", fa kat "doğ ru" ol mad ı ğ ı n ı görmemiz m ü m kü n d ü r. Bi r kere, d u ru m ne olursa olsun, böyle bir şey ya pmaya doktoru n kişisel olara k hiçbir ha kkı b u l u nma makta d ı r. B u n u n ötesinde, i ki ncisi, ya ptı ğ ı n ı n ortaya çı kması halinde, her i ki a i lede ya rataca-

MANTIK

25

ğı daha büyük bir şok olası l ığı, "kaş ya payım derken göz çıkar­ mak" g i bi bir şey olaca ğ ı n ı doktorun d ü ş ü n memiş olmasıd ı r. N iteki m bu sı rrı a ltmış yıl saklaya b i l m iş ol ması, neticede dok­ toru onu ifşa etmekten a l ı koyamamıştır ve g ü nlük gazetelerden öğrend i ğ i m ize göre de olayın geçtiğ i i l çede herkes bu s ı rrı çöz­ men i n peşinded i r. Bu sırrın çözü l d ü ğ ü n ü d ü ş ü n d ü ğ ü m üzde; altmış yı l d ı r sa hte bir hayata ve bağ l a ra sa h i p olarak yaşa m ı ş olan insanın, onun a n nesi ve babası bildiği kişilerin yaşayacağı trav­ manın büyükl ü ğ ü n ü ta hmin edebi l i r ve sonunda doktorun dav­ ra n ı ş ı n ı n mantıklı ama i rrasyonel olduğu sonucuna va rabili riz. Ü ste l i k doktoru muzun olayı n meydana geld iği an a n l a ş ı l ması hali nde a lacağı hapis cezası ve/ya meslekten men ed i l me olası lığı göz önüne a l ı n d ı ğ ı nda, davra n ı ş ı n ı n i rrasyonel olduğu daha açık­ l ı k kaza n ı r (Bu örneği, daha sonra ku llanmak üzere "Takas Örne­ ği" olarak a d l a n d ı ra l ı m). Analitik bir ya klaşı mla, yukarıdaki örnekten çıka rabileceğ i m iz bazı son uçlar ş u n l a r olabi l i r: 1. Her şeyden önce, mantık, akıl yü rütme, rasyonel dav­ ra n m a ve akıl, top l u msal pratik içinde bel i rlenmekted ir. Fakat bir davranışın veya top l u msal eylemin rasyonel o l u p olmadığı, eylemin meydana geldiği esnada değil, belirlenen a macın gerçekleşmesi/gerçekleşmemesine bakı l a rak tayi n ed ilebi l i r. B u açıdan, rasyonel l i k ve akıl te­ leolojik (ereksel)dir. Eylem esnasında mantık, dolayısıyla akıl yü rütme devreded ir. ''Ta kas Örneğ i"nde doktor, fa kir bir çocuğun isti kba l i n i n gara nti olmasını ve genç bir çif­ tin mutl u yaşa ması n ı amaçlamıştı r. Sakladığı sır açığa çı kmad ı ğ ı sü rece doktor için bu a maç gerçekleşm i ş sayı­ lacağ ından, doktor rasyonel bir eylemde b u l u n m uştur. Va rsaya l ı m ki, olaydan bir ay sonra s ı rdaş olan hemşire d u r u m u açıklam ıştır. O za man belki hapis cezasına Çllptı rılacak, bel ki meslekten men edi lecek olan doktor, irra� yonel bir eylemde b u l u n m uş sayılacaktı. 2. Rasyonel davra nm ak, dolayısıyla akl ı ku l la n mak, eylt•nıdl' b u l u na n bireyi n, eylemin meydana geld iği or t a m ı n w eyl emin yönelik olduğu d iğer bireyl erin öznel özellikle­ rinden bağ ı msız değ i l d i r. Bu özel l i kler d uyg usal, norm­ sal, a h l a ki, kültürel, ekonom i k, hatta ideoloji k n itel ikler taşıya b i l i r. Anılarından doktorun "fakirden ya na", "insan-

TOPLUMUN MANTIGI

26

3.

ların eşit ve mutlu yaşa masına önem veren", "insancıl" biri olduğ u n u a n l ıyoruz. Zaten, doktorun gerçekleştir­ meye yöneld iği amaçta sa h i p old u ğ u bu değerleri n tü­ m ü n ü n etkisini görebi l iyoruz. Dolayısıyla, doktorun ey­ lemi ndeki rasyonel l i k "s ı n ı rl ı " bir rasyonel l i k olara k ka r­ ş ı m ıza çı kmaktad ı r. Doktorun yaşad ı ğ ı olayı n şu şekilde meydana gel miş old u ğ u n u haya l edel i m : Hasta neye ge­ len her i ki kad ı n da i lçen i n ta n ı n m ı ş ve yü ksek statüye sa h i p ai lelerine mensup ol sayd ı; acaba doktor aynı dav­ ra nışta b u l u nabi lecek m iydi ? Soruya teredd ütsüz "evet" d iyemeyeceği m iz açıktı r. Çünkü bu varsayı msal d u ru m gerçekleşmiş d u ru m d a n farkl ı d ı r v e d oktorun ayn ı şeki l­ d e akıl yü rütmesini gerekti recek gerekçelerden (öncü l­ lerden) yoks u n d u r. Demek ki, rasyonel l i k bir d u r u m u n s ı n ı rl a n d ı rmasına sa­ h i p olarak ortaya ç ı kmaktad ı r. Buna sosya l bili mci Her­ bert Simon ( 1 9 1 6-200 1 ) "sı n ı rla n d ı r ı l m ı ş rasyonel l i k" (bounded rational ity) demekted i r (Simon, 1 997: Böl ü m 5). Si mon, esasen org a n izasyonlard a kara r verme s ü reci­ ni a na l iz ederken; ka ra r vericilerin ta m a n l a m ıyla rasyo­ nel son uçlara ulaşmaları n ı n önü nde "bi l g i eksikliği", "ya n l ı ş beklentiler", "a lışka n l ı klar" . . . g i bi engellerin va rlı­ ğ ı na d i kkat çekerek, rasyonel davra n ı ş ı n i ster i stemez "sı n ı rl ı " olara k ortaya çıkaca ğ ı n ı ileri sürmüştür. Bu iti bar­ la, ka ra rları n a maçlar açısından maksi m u m bir noktaya değ i l , mevcut olanaklarla yeti nen göreli bir tatmin nok­ tas ı na (Simon bu noktayı yen i bir kel i me icat ederek "sa­ tisficing" olarak ta n ı mlamaktad ı r) karş ı l ı k geleceği vurgu­ lanmaktad ı r (Si mon, 1 997: 1 8-20). Simon'un bununla i leri sürdüğü iddia insanların ancak "kısmen" rasyonel, geri ka lan d iğer kısmı ne kadar ise o kad a r i rrasyonel davra­ nacağıd ı r. Öte ya ndan, Jon El ster, akıl ve rasyonel eylem üzeri nde duyg u ların oynad ığı rol ü önemsememize d i k­ kat çekerek (Elster, 1 990: özelli kle 111. Kıs ı m; 1 999: Vll . Bö­ l ü m) dolaylı olarak Simon'un kavra mlaştırmas ı n ı geniş­ letmişti r. Elster'e göre, "nefret", "aşk/sevg i" ve "kendi ken d i n i ka n d ı rma" g i bi "zi hinsel aykı rı l ı klar", rasyonel liği s ı n ı rlandıran etkenler olara k önemli role sa h i ptirler.

MANTIK

4.

27

Hal böyle olu nca, son uç olarak ortaya çıka n h usus, eyle­ d i klerim izi aslında bir d u ruma özg ü olara k, dolayısıyla bağ l a m-bağ ı m l ı şekilde gerçekleştirdi ğ i m izd i r. Bu sebep­ le, eylemleri m izde rasyone l l i ğ i veri l i bir başlangıç noktası olara k değ i l, nasıl ve ne şeki lde ortaya çıkıp ç ı kmadığına ba kmamız gereken b i r süreç olarak a l g ı lamamız gerekir. Diğer bir husus, böyle bir s ü recin, ya ptığı mız eylemin u n s u rları a rasında bağ lantı kuran bir yord a m olarak mantık a racı l ı ğ ıyla a kı l yürütmeye ve bunu s ı n ı rlayıcı un­ surların verd iği i m kana dayanara k gerçekleşti ğ i n i bil­ memizd i r.

Mantık, yuka rıda bel i rttiğimiz üzere, bir olayı ve/ya eylemi meydana geti ren unsurlar a rasındaki bağ l a ntıyı bel irlemeye i l i ş­ ki n bir yord a m i se; bu yorda m ı n uyg u l a n masında başla ngıç nok­ tas ı n ı n fa rkl ı l ı k göstermesi de doğa ldır. Zaten, topl u m u nasıl kavra m laştırd ı ğ ı m ız, dolayısıyla nasıl bir sosyoloji ya ptığ ı m ız da ta m bu noktada ken d i n i gösterir. B u çerçevede temel soru şudur: Toplumsal görü n g ü leri (fenomen leri) a n l a maya ve açıkl a maya nereden başla mal ıyız? Ya paca ğ ı m ız sosyolojinin özü n ü bel i rleyen bu yöntemsel soru olup; veri len ceva plar sosyoloji tari h i n i n yöntem tartı şmaları veya savaşları ded i ğ i m iz önem l i bir böl ü m ü n ü oluşturmaktad ı r. Aşa­ ğ ıda bu kon uya daha ayrıntı l ı eğ i l iyoruz.

3. BÖLÜM •

METODOLOJi Şöyle bir d u r u m düşünelim: A ü l kesinde T zam a n ı nda h ı rs ızl ı k a rtmış o l s u n . Bu d u ru m un, hangi sebeplerden ortaya çıktığı gün­ l ü k hayatta ta rtışılacak ve çeşitli sonuçlara varı laca ktır. Ta rtışmaların bir kısmı, g ü n ü m üzde ah lakın zayıflad ı ğ ı n ı söy­ leyerek a h l a ksız insan sayısın ı n (onların bir türü olarak h ı rsızların) a rttığı na, diğer bir kısmı ekonom i k krizi n-sebep olduğu geçim s ı kıntısı n ı n bu tür olayları doğ u rd u ğ u na işa ret ederken; başka bir ta rtışma ise uyg u lanan sosyo-ekonom i k pol itikaların, kolay ve gayri meşru kaza nç elde etmeyi teşvi k ederek, kaçı n ı lmaz olara k söz kon usu d urumu doğ u racak n itel ikte o l d u ğ u n a d i kkat çeke­ cektir. Akl ı m ıza gelebi lecek başka açıklamaların ve akıl yü rütmeleri n ya p ı l ması da m ü m kü n d ü r. Ancak, bu g i bi d u ru m ların sebepleri n i ara rken, aslında sosyolojide mevcut yöntemlerden birine dahil olarak açıklama ya ptığ ı m ızı veya akıl yü rüttü ğ ü m üzü fark etmeli­ yiz. Ç ü n kü örnek d u ru m çerçevesinde ya pt ı ğ ı m ız şey, aslında bi reysel öze l l i kler ile toplumsal bir fenomen a rasında bağ la ntı kurmakt ı r. B u n u yapa rken, esasen, ya bi reysel öze l l i ğ i n (a hlaksız i n san) topl umsal bir fenomeni ( h ı rsızl ı k) bel i rled i ğ i n i; ya topl umsal bir fenomen i n (uyg u l a n a n sosyo-ekonomik pol itikalar) bi reysel bir özelliği (a h l a ksızlık/hı rsızl ı k) doğ u rd u ğ u n u bel i rtmiş ol uyoruz. Bu temel olası l ı klar dışında şu açıklama ka l ı plarına da ba şvu­ ra bi l i riz: �ı rsızl ı ğ ı kendi başına bir olgu olarak a l a bi l i r, dolayısıyla bu öze l l iğin d ı şsal bir nedende değ i l o i n sa n ı n ken d i doğasında va rold ugu na h ü kmederiz ve neticede bi reysel olanı bi reysel bir etkenle açıklarız ( H ı rsızl ı k a rtm ıştır, çünkü doğasında bu eğ i l i me sa h i p olanların sayısı a rtmıştır). Ya da kendi a l g ı layı ş ı m ızda "kötü"

30

TOPLUMUN MANTIGI

ka bul ettiğ i m iz bir sistem i n kaçı n ı l maz olarak kötü d u ru m ları yarataca ğ ı n ı varsayarız; dolayısıyla top l u msal bir görü ng üyü başka bir topl u msa l görüng üyle açı kla maya yönel i riz ( H ı rsızl ı k a rtmıştır, çünkü özü nde meşru olmayan a raçlara dayanan bir sistem yü rürl ü kted ir). Sosyolojide bu açıkl a m a l a rı n heps i n i n adı ve yeri va rd ı r. Bun­ lar genel olarak iki kategoride topl a n ı r: Metodolojik Bireycilik (Methodological lnd ivid u a l i s m) ve Bütüncülük (Holism). Metodolojik Bireycilik (MB), herha ngi bir topl u msal görün­ g ü n ü n meydana gelişine dair açıkla mayı, bi reylere ve onların d üşü nce ve eylemlerine daya nara k ya par. Çünkü bu a n layış, top­ l u m u bireyleri n topla m ı ndan iba ret saya r. Bu açıdan, MB'ye göre tüm sosya l i ncelemeler, son ta h l i lde, bireylerin i ncelenmesid i r (Bunge, 1 996: 2 4 1 ) . B u n u n l a beraber, M B ' n i n türleri va rd ı r. Temel i k i türü öznel (su bjective) ve nesnel (objective) oland ı r. Öznel M B, toplu msal görü n g ü leri bireylerin zi h i nsel süreçleri ni odağa a l a ra k açıklar. Nesnel M B ise bi reysel d üzeydeki öze l l i kleri (g ü d üler, a l g ı lar . . . ) ka b u l etmekle beraber, topl u msal görüngü leri meydana geldiği durumlar çerçevesinde açıkla maya g i rişir (Ritzer-G indoff, 1 992: 1 30-3). Buna karş ı l ı k, her i ki türd e hakim olan a n l ayış "atomcu l u k" (atomism) ve "iradeci l i k" (volu ntarism) olara k kendini gösterir. Atomculuk, bireyi n topl u msal bağ l a rından ya l ıtı l a ra k açıklama biri m i ya pılmasıdır. Nesnel M B, toplu msa l görü n g ü lerin meydana geldiği d u rumu önemseyerek, bu hususu bir ölçüde aştığ ı n ı dü­ ş ü n ü r, fa kat o da neticede topl u msal görü n g ü n ü n ortaya çı kma­ sında bireyin iradesine g üç atfeder; dolayısıyla önemsemiş gö­ ründ üğü "durum"u i kinci plana iterek, bir a n lamda bi reyin i rade­ s i n i içinde bulunduğu d u rumdan ya lıtır. Bazen "Metodoloji k Kolektivizm", bazen "Yapısalcı l ı k" olara k da a n ı l a n Bütüncülük ( B ) i se topl u m u, üyeleri n i a ş a n bir bütün­ lük olara k görd ü ğ ü nden, topl u msa l görü n g ü lerin de ancak bir bütü n l ü k içinde a n laşılabi l eceğ i n i i leri sürer (Bu nge, 1 996: 241 ). Dolayısıyla, Bütüncü l ü k, bütü n ü n özel l i kleri n i n onu meydana geti ren parça ların öze l l i klerine bakı lara k a n laşıla mayacağı h usu­ suna vurg u yapar. B u a n l a mda bi rey(ler), son ta h l i lde, top l u m u n ve kü ltürün

METODOLOJİ

31

kendisini ifade etmekte ku l l a n d ı ğ ı bir a raç olara k görü l ü r (Fay, 200 1 : 76). B ya klaşımı, MB'nin bütü n ü (toplum, kültür. . . vs.) i kinci plana itmes i ne benzer tutumu, bi reye i l işkin olarak gösterir. Do­ layısıyla, B'ni n en katı uyg u l a n ı ş ı n a açık bir d u ru m ortaya çıka r ve bu doğrultuda bireyler özne olara k görülmezler, veri l i ka l ı pların bel irleyici l i ğ i n e tabi adeta otomatik davranışlar bekled iği miz nesnelere dönüşü rler. M B ve B ya klaşım ları n ı n başta indirgemecilik (sırasıyla: top­ l u m=bireylerin toplamı, birey=bütü n ü n toplamsal un suru) ve belirlenimcilik (topl u msal görü ngü leri bireyler yaratı r; bi reysel görü ngü leri top l u msal görüngüler doğurur) olmak üzere bazı ya n ı l g ı la rı, yöntemsel olarak orta bir yol arayışı i htiyacı n ı doğ u r­ muş ve böylece bazı yeni (bazıları M B ve B'n i n sentezi, bazı l a rı her i kisi n i de d ı ş layan) yakla ş ı m l a r ortaya çıkmıştı r. Şüphesiz, söz kon usu ya klaş ı m l a rı tek tek ele a l ı p i nceleme olanağ ı m ız b u l u n ma maktad ı r. Bir fi kir vermek üzere i ki örneğe değ i neceğ iz. B u n l a rdan birincisi, Mario Bunge'nin "Sistem izm", d iğeri N i klas Luhmann'ın "Sosya l Sistemler" olarak adlandırılan ya klaşımları d ı r. Mario B u nge, 1 9 1 9 Arja nti n doğ u m l u bir fizikçi ve b i l i m fel se­ fecisid i r. Kendisinin pozitif b i l i m d a l l a rı nda old uğu gi bi, sosya l b i l i m ler ve felsefe a l a n l a rı nda da çok önem l i ça lışma ları vard ı r. Felsefi olarak "Bili msel Gerçekçi l i k" ekol üne mensup o l u p (Bkz.: Mahner, 200 1 ) kendi ya kla ş ı m ı n ı hem MB, hem B a n layışlarını eleştiren bir alternatif olarak "Sistemizm" (Systemism) olarak adland ı rmaktad ı r. Bunge'ye göre Sistem izm (Sm), top l u m içi ndeki bi reyleri ha­ reket noktası alara k; o bireylerin topl u m u nasıl etki led i ğ i n i ve dönüştürd ü ğ ü n ü mesele ed inen b i r yaklaşı mdır. Sm'de top l u m etki leşen bi reylerden meydana gelir; h e r bir pa rçası aras ındaki i l işkilere daya n a n bir sistem olara k ken d i n i gösteri r (Bu nge, 1 996: 241 ). Dolayı sıyla Sm, ya l ıtı l m ı ş bir bi rey a n layışına daya nan MB'ye de; top l u m sa l bütü n ü her şey ka b u l eden ve bu bütü n l üğe ta bi olduğu kadar va rolabilen bi reyi esas alan B'ye de ka rşıd ı r. Kendi deyi miyle Bunge, Sm'i, MB'n i n öznel l i ğ i n i olduğu kad a r, B'nin nesnel l i ğ ini d e aşan, dolayısıyla sosya l bilim fel sefesi ndeki özne­ nesne ayrı m ı n ı n a n l a msızl ı ğ ı n ı vurgu laya n a lternatif bir ya klaşım olarak sunar. B u n u ya pa rken Bunge, bi reyler a rasındaki etki leşi mi

32

TOPLUMUN MANTIGI

ön plana ç ı ka ra ra k ya lıtı l m ı ş bi rey a n layı ş ı n ı aştığını; öte ya ndan, bu etki leşi m i n pa rça ları a rasında i l işki leri n oluşturd u ğ u bir çerçe­ ve içinde ve o çerçeve n i n de söz konusu etki leşim zem i n i nd e tesis olduğuna d i kkat çekerek, bütü n ü her şey olmakta n çıkarır; b u n u n la da ka l maz, bütü n ü n ha reketi n i ve değişimini etki leşen b i reylerin sağlad ı ğ ı n ı vurg u l a r (Bunge, 1 996: 25 5). Bunge'nin Sm'i öznel bir d u ruma nesnel olandan; nesnel bir d u ru ma da öznel olandan ha reketle a n l a m kazand ıra n bir sentezi içeriyor g örü nse de; bize g öre M B'de ve B'de eleştirdiği h ususları aştığ ı n a d a i r i kna edici olamamaktad ı r. N iteki m kendisi de Sm'nin ya n l ı ş a n laşı ldığını, öze l l i kle adından dolayı başkaları n ı n kiyle ka rıştı rıld ı ğ ı n ı söylemekted i r. B u rada Sm'e yöneltilen (org a n i k bir bütü n ü esas a l d ı ğ ı, i l işkileri çatı şmadan a rı n m ı ş olarak sunduğu ve değişi m i i h ma l ettiği. .. g i bi) eleşti ri lere ( B u nge, 1 996: 265) değ i n meyeceğ iz. As ı l d eğ i n mek isted i ğ i miz h usus, Bu nge'n i n "Sm" a d ı a ltında s u n d u ğ u ve ka rıştırıl ması n ı i stemediği önerme­ lerin (Bunge, 1 996: 267-70) N i klas Luhmann ta rafından da benzer şeki lde, a ma daha ayrı ntı l ı , dolayısıyla tatm i n ed ici olarak sunul­ m u ş olmasıdır. Bu sebeple, kısaca Luhmann'ı n ya klaşı mına deği­ nerek kon uya devam edeceğ iz. A l m a n sosyolog N i klas Luhma n n ( 1 927- 1 998) kendi ya klaşı­ m ı n ı "Sosya l Sistemler" olara k adland ı rmış ve esasen topl u m u n genel bir teorisini i nşa etmeye yönelmiştir (Luhmann, 1 995). Bunda bir yıl beraber çal ıştığ ı Ameri ka l ı ü n l ü sosyolog Ta lcott Pa rsons'u n ( 1 902- 1 979) etkisi büyüktür. F a kat Parsons'un "ya pı­ sal-işlevsel" olarak b i l i nen ya klaşımını, modern top l u m ların ayı rt edici öze l l i ğ i n i n işlevsel böl ü n meler olduğ u n u i leri s ü ren Luh­ mann tersine çevirerek "işlevsel-yapısal" ya kla ş ı m a yönelmiştir. B u n u ya pa rken, Luhmann'ın biyolojiden sibernetiğe, matemati k­ ten fel sefeye birçok d i s i p l i nden ya ra rland ı ğ ı n ı g örüyoruz. Luhmann sosyolojis i n i n kelime haznes i n d e, "insa n", "a maç", "araç", "güdü len me" gibi geleneksel kavra m l a r ve teri mler olma­ dığı gibi; Luhmann bunların kapsayıcı bir sosyol oji kura m ı gelişti­ rilmesinde engel teşkil ettiğini iddia etmiştir (Moeller, 2006: 79-98).

Bu bakı mdan, Luhmann sosyolojis i n i n hareket noktasını "ileti­ şim", "evri m", "farkl ı laşma", "si stem-çevre ayrı m ı " g i bi o g ü ne kad a r sosyoloji teorisinde merkezi yer işgal etmemiş bir kavra m ava d a n l ı ğ ı oluşturur. Ağ ı r l ı kl ı olara k Şii i l i evri m c i biyolog ve nöro­ fizyolojistler H u m berto Matu rana ve F rancisco Va rela'n ı n ( 1 980)

METODOLOJi

33

düşüncelerinden esi n lenen L u h ma n n; "sistem"den değ i l, "sis­ tem ler"den bahsederek (bir orga n i k h ücreden, bir fi rmaya, bir üniversiteden, bir topl uma kad a r) onları kendi ya pılarına daya­ nan işlevleri ifa eden; bunu da ken d i leriyle çevreleri a rasındaki ayrı m ı ya ratara k ya pan, dolayısıyla son tah l i lde görd ü kleri işlevler sayesinde ken d i kend i leri n i ü reten (autopoietic) oluşumla r olara k görür. Lumann sistem leri a n l a mada ve açıklamada analiz birimi­ n i n, çok soyut ve geniş bir kapsama sah i p olduğu için "bi reyler" değil, "i letişim" olması gerektiğ i n i vurgulam ıştı r. B u n u n l a bera­ ber, bi reyler Luhmann sosyoloj isi nden dışlanmış değ i ldir; onlar bedenleriyle, ruh halleriyle, vs. sistemin çevresi n i ol uştu rurlar. Fa kat birbi rleriyle kon uşmaları, a l ış-veriş ed işleri, evlenmeleri. . . birer i l etişi mse! görüngü olarak sisteme ait ka bul ed i l i r (Moel ler, 2006: 1 2-24). Bu çerçevede Luhmann sosyolojisi, ne bi reylere dayan ır, ne de bütü ne; dolayısıyla ne mi kro, ne de ma kro analiz ta rzına uy­ g u n d u r. B u n u n için de hem MB'ye hem B'ye ka rşı Bunge'n i n yak­ laşımından çok daha güçlü bir seçenektir; üstelik çok daha sosyo­ loj i k nitelikted i r. Buraya kad a r anlatılanlar çerçevesi nde topl u msal görüngü leri kavra mlaştı rmaları iki ana kategori içinde değerlend i rd i k. B u n u n sebebi, topl u msal gerçekliğe bakı ş ı n esasen y a temelden yukarı­ ya doğru (ki buna M B ded i k) ya da tepeden aşağ ıya doğru (buna da B ded i k) ba kılacağ ı d ı r (Bunge, 1 996: 24 1 ) Diğer bakışlar, son ta h l i lde, bu iki bakışın ya tü revleri, ya de­ ğişti ri l m i ş şeki l leri, ya da bireş i m leri (sentezi)d i rler. Örneğin, top­ l u msal görüngü leri açıklamada "Rasyonel Tercih" yakla ş ı m ı ve onu n bi r türevi olan "Oyun Teorisi" gibi türler mevcuttur; ama her i ki tü r de M B an layışı temel i nd e yükselir. B u n u n g i bi, Giddens'ı n ( 1 999) "Yapı laşma Teorisi", Bhaska r' ı n ( 1 998) "Eleştirel Teorisi", Bhaska r' ı n görüşleri nden esi nlenen Arc­ her'ı n ( 1 995) "morfogenetik ya klaşım''ı; ya MB'den ya da B'den ağ ı rl ı kl ı öze l l i kler taşır veya bazı nokta larda her i kisi n i n b i reşimi (sentezi) n itel iği n i gösteri r. B u n l a rd a n biri üzeri nde, d iyel i m Gid-· dens'ı n "yapı laşma teorisi" üzeri nde de d u ra b i l i rd i k. Fakat hem amacımız a lternatif bir metodoloj iyi niçin alternatif ol mayı vaat ettiğine d a i r bir i knaya g i rişmek d eğ i l, hem de adı geçen ça l ışma­ lar teori k iza h ı b u rada ya pabileceği m iz boyutları çok aşmaktala r. Tekra rlaya l ı m ki, metod tartışma ları ndaki bahsettiğ i miz böl ün.

34

TOPLUMUN MANTIGI

meleri kuş bakışıyla değerlend i ri p, kendi ya klaş ı m ı m ıza hazır l ı k sağlamak asıl amacımızd ı r. Bizim üzeri nde d u rd u ğ u m uz asıl mesele, söz konusu ana ka­ tegorilerin d ışı nda bir kategori n i n va r olup ol mad ığıd ı r. B u n u n için ö n c e M B v e B ya klaş ı m larını, daha sonra "Sosyal Sistemler" kura m ı n ı ele a l d ı k ve bu son u n cusu n u n her i kisi n i aşan {bi rleşti­ ren değ i l ) yan ları olduğu için d iğerleri nden ayrı bir kategori ola­ ra k üzeri nde d urmaya değer görd ü k. Bu noktada, öne m l i bir sosyolog olarak Kari Marx'ı ayrı bir ka­ tegori olara k ele al mayışımızın temel sebeb i n i de bel i rtmemiz uyg u n olaca ktır. Marx, sta ndart sosyoloji kita plarında "Bütü ncü" ya klaş ı m ı n temsilci leri nden biri olara k gösteri l i r. Fa kat bu çok doğru bir sa pta ma değ i l d i r. Ç ü n kü Marx, Bunge ( 1 996: 264)'nin haklı olara k bel irtmiş olduğu gibi, ekonomide "sistem ist", sosyo­ lojide "bütüncü" {holist) ve pol itolojide "bi reyci" sayı lacak kadar, a n a l iz düzeyi nde kaymalar g östermiş bir d ü ş ü n ü rd ü r. N iteki m Marx üzerine yapılan daha ayrı ntı l ı ça l ışmalar da Marx'ı n ya kla ş ı m ı n ı söz konusu kayma lar doğrultusunda yen iden ta n ı m la m ışlard ı r. Örneğ i n, Jon Elster (2004), Marx'ı n esasında MB ya klaşı m ı temelinde "Oyun Teorisi"; Gera l d Cohen ( 1 998) i se "İş­ levselci" ya klaş ı m ı n temsi lcisi olara k n itelenebileceğ i n i göster­ miştir. Öte ya ndan, Marx'ı, örneğin Weber ve Du rkheim g i bi "sosyo­ log" sıfatı n ı tam hak eden bir düşünür de saya mayız; çünkü Marx'ın fi kriyatı m ü n hasıran toplu msal olanı a n l a mak ve açı kla­ mak üzerine değil, ta rihsel olanın nedensel bağ ları n ı ortaya çı­ ka rmak ve yasa laştı rmak üzerine i nşa olmuştur. Niteki m Tam Bottomore'u n ( 1 984: 37) Marx üzerine ya ptığı ta h l i l lere bakacak o l u rsak; Marx'ı n öze l l i kle olg u n l u k dönemlerinde ya ptığ ı incele­ melerin esasında i ki veçhesi olduğ u n u görü rüz. B u n l a rdan birin­ cisi, ka pita l i st ü reti m tarzı n ı mukayesel i i nceleme yol uyla ü reti m tarzları na dair bir pol itik ekonomi ya klaşı m ı n ı n teori k temel leri n i atmak; - i ki ncisi, ka pita l i st üretim tarzını v e topl u m u, toplu msal (ta rihsel) gelişme şeması içi ndeki yerine otu rtmaktı r. Dolayısıyla, Marx'ın söz konusu i ncelemeleri, büyü k öneme ve değere sa h i p olsa da sosyoloji disiplini açısından bir metodoloji meselesi olara k ele a l ı n maları, bakış odağ ı m ızı politik ekonom iye ve tarihe kayd ı ra ra k buradaki amaçlarımızın s ı n ı rları nı fazlasıyla genişletme riski n i geti recek mah iyetted i r.

4. BÖ L Ü M •

E PISTEMOLOJi: TU M LEŞIMCILIK ..

.

.

.

Bu raya kad a r a n latı lanlar çerçevesi nde yöntem konusunda tar­ tışma n ı n esasen i ki ana akım (MB ve B) a rasında olduğu ve Luh­ mann'ın "Sistemler Kuramı"n ı n bu ana akımlara a lternatif olara k i leri sürüld ü ğ ü n e değ i n d i k. B u radan, kend i ya klaş ı m ı m ıza geç­ meden önce şu hususu bel i rtmemiz uyg u n olaca kt ı r. Luhmann'ın kura m ı n ı, yara rlanacak ya nları olmakla bera ber, söz kon usu ana akı mların zaafl a rı n ı telafi ed ici mahiyette görm üyoruz. Da ha önem lisi, top l u m la rı sosya l sistemler olarak ta n ı m l a mayı uyg u n bulm uyoruz. B u n u n yeri ne, topl u m ları birbiri üzerine ka pa n m ı ş ola n ilişkiler ağı şekl inde a l g ı l ad ı ğ ı m ızdan; kendi ya klaş ı m ı mızın ba şlangıç noktası için tözcülük ile ilişkisellik a rası ndaki tartış­ mayı beli rleyici olara k a l ıyor ve i l i şki sel bir metodoloji (Relational Methodology) an layışına daya n mayı terci h ediyoruz.

A.

TOPLUMSAL GÖRÜNGÜLERİN İLİŞKİSELLİGİ

Gerçekten de sosyolog M ustafa Emi rbayer'in ( 1 997: 282) bel i rt­ m i ş olduğu g i bi; g ü n ü müz sosyolojis i n i n ka rşı ka rş ıya olduğu temel mesele, ideal ka rşısında madde, eyleyen karşısında ya pı, toplum karşı s ı nda bi rey değ i l; tözcülük ka rşısında ilişkisellik terci hid i r. ' İ lişkisel Metodoloji (İM), toplu msal görüngü leri n anal izinde bireylerin topl umsal bütü n l ü kleri n (grup, sın ıf, topl u l u k . . . vs. g i bi) temel ta mamlayıcı parça ları olduğunu başla ngıç nokta sı olarak a l ı r. Buna ka rşı l ı k, toplu msal bütü nlü kleri n bi reysel parça­ la rın topla m ı ndan daha fazla old u ğ u n u ka bul ed er.

36

TOPLUMUN MANTIGI

Bu bağ la mda, İM'nin i leri s ü rd ü ğ ü temel önermeler şun lard ı r (R itzer-Gi rdoff, 1 992: 1 32-33): 1. Sosya l d ü nya n ı n açıklan ması, bi reyler, gruplar ve top­ l u m a rasındaki bağ l a ntı ları ka psa m a l ı d ı r. Bu, top l u m­ sa l görü n g ü l eri hem öznel (zi h i n ve kü ltür) hem nes­ nel (eylem ve ya pı) ögelerin ken d i içlerindeki ve a ra­ larındaki i l işki l eri esas aldığı g i bi; öznel ve nesnel öge­ lerin ka rması mah iyeti ndeki oluşumları da önemse­ mek a n l a m ı n a gel i r. 2. Dolayısıyla, İM'ye dayanan bir anal iz, ne bi reyleri n ne de bütü n l ü klerin va rl ığını i n ka r eder. Bi reylerin, g ru p­ ların ve topl u m ların kavra mlaştı rı l ması, her biri n i n kendi içindeki v e a ralarındaki bağ ı ntıları ka psayaca k şeki lde ya p ı l ması İ M için esastır. 3. Topl u msal görü n g ü ler, i l i şkisel kavramlar ku l l a n ı lara k açıkl a n m a l ı d ı r. B u n u ya pa rken, d i kkat ed i l mesi gere­ ken h usus; topl umsal görü n g ü l eri n tözleri n i n, ya n i o görü ngü leri kurd u ğ u veya bir a rada tuttuğu d ü ş ü n ü­ len i l kenin yeri ne; görüngü lerin bir gerçeklik olarak uzantılarını ve d ışsa l biçi mlen meleri n i bir bağ lama otu rta ra k a n l a maya ve açı kla maya ça l ışmaktı r. Bu son nokta bizi, " i l i şki" kavra m ı n ı n doğası üzerinde biraz daha d u rmaya zorladığı g i bi, toplu msal gerçekl iğin i l işkiler a ğ ı n ı i fa d e e d e n bir tümleşik (i nteg rated) olgu olara k ne a n l a m ifade ettiğ i n i de açıklamam ızı gerekti rmekted i r. " İ l işki" kavra m ı n ı ken d i si ne ha reket noktası a l a n bir yöntem için, o kavram a ltında gizlenmiş bir tözcü l ü k a n l ayışı n ı n ka pa n ı n a s ı kışmaması gerekmekted i r. B u n u n i ç i n Emi rbayer'in ( 1 997: 283; 285; 286) Ameri ka n pra g matist felsefes i n i n öncülerinden John Dewey ( 1 859- 1 952)'i n görüşleri ni a kta ra ra k ya ptığı yöntemsel uyarı ları d i kkate a l m a l ıyız. John Dewey'in meslekdaşı Arthur F. Bentley'le bera ber ya ptığı bir ça l ı şmada "kendi başına davranış" (self-action) i l e "d iğerleriyle etkileşerek davra nış" (i nter-action) türü top l u m sa l eylemler a ra­ sında bir ayı rım ya pı l ı r ve her i ki davra n ı ş ı n da tözcü l ü kle m a l u l olduğu i l eri sürülerek ilişki kavramına ka rşıt bir çağ rışım -olduğu­ na d i kkat çeki l i r. "Kendi başı n a davranış" tözcüdür, çünkü davra-

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞiMCiLiK

37

nışı n ı n kurucu i l kesi olarak bi reysel i radeyi görür. Ayn ı şeki lde, "etki leş i m davra n ı şı" da tözcülükle m a l u l görü l ü r, ç ü n kü bir dav­ ra nışın ancak başka bir davra n ı ş sayesi nde meydana geldiği an­ layışına daya n ı r. Dewey ve Bentley (Bel i rten: E m i rbayer, 1 997: 286) söz konusu davra n ı ş türlerine a lternatif olara k; çıka rı msal şeki lde herha ngi bir kurucu i l keye, n i hai bir bel irleyici d ı şsal etkene/töze/gerçek­ liğe göndermede b u l u n madan, fa kat söz konusu ç ı karımsa l et­ ken lerden ya l ıtmadığ ı n ı da u n utmadan oluşmuş olan i l işki tü rü­ nü öneri rler ve buna "transaksiyon" (trans-action) derler. B u n u n l a kasted i len, bir i l i şki n i n birbirine bağ l ı olan ögeleri n i n, birbi rleri n i etkileyecek doğru ltuda ha rekete geçmesidir. Dewey v e Bentley, şu örneği ku l l a n a ra k (Emi rbayer, 1 997:289) i l i şkiyi meydana geti­ ren ögeleri n bi rbi rleri nden bağ ı msız ol madan İşleyemeyeceğ i n i gösteri rler: "Avcı"d a n v e "av"dan, "avla nma" işlemine başvu rma­ dan bahsedemeyiz. Örnekte, "avcı" ve "av" teri m leri n i n tek başlarına değil, ancak ortada "avl a n ma" denilen, ya n i hem "avcı"nın, hem "av" ı n öte­ sinde bir işlem (tra ns-action) va rsa a n l a m ifade edebi leceğ i n i n gösteri l mesi; bir i l işki n i n tözel bir öge n i n değ i l, bel l i bir sü reçte (işlem dahi l i nde) ögeler a rası etki leşi m i n harekete geçirdiği bir oluşum olduğu vu rg u l a n ma ktad ı r. Buna göre, bir insa n ı n "avcı" d i ye n itelend iril mesi, kendi i ra­ desi n i n kurd u ğ u bir şey olmadığı g i bi; "av" olara k bel irlenme de d ışsa l bir etkene göre olmamaktad ı r. Dolayısıyla, "avcı" ve "av" gibi mefh u m l a r, "avla n ma" g i bi bir işlem sayesinde a n l a m ka­ za nmakta d ı rlar. Sosyol oj i teoris i nde İM'nin uyg u l ayıcı larına ba ka ra k da yuka­ rıda ta n ı m lanan a n lamda i l işkisel l iğ i n ne old u ğ u n u görebi l i riz. Örneğ in, bu konuda a kla gelen i l k topl u m ku ramcısı Ka ri Marx ( 1 8 1 8- 1 883)'tı r. Marx, top l u m u n bireylerin değil, bireylerin oluş­ turd u kları i l işki l erin toplamından i ba ret olduğunu söyler. Benzer şeki lde bir başka önemli sosyolog Georg S i m mel ( 1 858- 1 9 1 8) de topl u m u n b i reylerin etki leşi m i nden meydana gelen bir ü st teki l, fa kat o i l işkilerin vücut verd iği somut bir ya pı lanma olduğunu i leri sürer (Emi rbayer, 1 997: 288). N i hayet, bu geleneğ i n çağdaş bir temsilcisi olarak F ransız sosyolog Pierre Bou rd ieu ( 1 99302002)'dan da öze l l i kle ba hsetmek gerekir. "Gerçek olan i l işkisel­ d i r." d üstu ruyla (Va ndenberg he, 1 999) Bourd i eu, daha çok

38

TOPLUMUN MANTIGI

Marx'ı n yukarıda bel i rtti ğ i m iz ("Topl u m b i reylerin değ i l , bireyle­ rin oluşturd u ğ u i l işkilerin top la m ı ndan i ba retti r.") görüşüne ya kın d u ru r (Bou rdieu-Wacq ua nt, 2003: 25). Anal izleri nde "il işkise l l i k" kavra mına önem l i ölçüde yer veren, örneği n Du rkheim ve Luhma n n gibi sosyologların çalışmalarına bakı l d ı ğ ı nda (Emi rbayer, 1 997: 288); İM'nin a s l ı nda içinde Meto­ dolojik Bi reyciliği ve Bütüncü l ü ğ ü barı n d ı ra n bir ka rı şım olduğu i l eri sürülebi l i r (Ritzer-Gindoff, 1 992: 1 30). Bununla bera ber, Bo­ urd ieu'n u n epistemoloji sinde olduğu g i bi, hem bi reycil iği, hem bütü ncü l ü ğ ü, hem de bunların karışımı bir ya klaşımı reddeden an layışların varl ığı u n utu l ma m a l ı d ı r. Bizi m kendi ya klaşı m ı m ız da söz konusu a n l ayışlara benzer bir doğrultuda i lerleyecektir. Her şeyden önce bel i rtmemiz gereken husus şudur: Dewey ve Bentley'in ta n ı m ladığı a n l a mda ilişkisel­ liği a n a l izleri miz için çıkış noktası kabul etmekle bera ber; bu i l işkise l l i ğ i n bireyler ve/ya bütü n ler arasında meydana geldiğine dair a n layışı daha geniş bir çerçeveye otu rtmayı esas a l ıyoruz. Böylece, hem değindiği miz tözel kısıtlamalara (Birey m i, top l u m­ sa l bütün m ü?) sapmamayı, hem de dar bir sentezci l i kle (bi­ rey+toplu msal bütü n) o kısıtla maları aşma sanısına kapı l m a mayı amaçl ıyoruz. Bizi m için temel mesele şudur: Dü nyaya, hayata ve i nsana dair genel bir kavrayış olmadan, top l u msal görü n g ü leri analiz edece­ ğ i m iz zem i n her h a l ü ka rda kaypak ve son ta h l i lde indirgemeci olmaya m a h ku m olacaktır. Bu sebeple, topl u msal gerçekl iğin, bi reysel varol uşla sadece maddi pratik bir a l a nda değil, manevi duyusal bir d üzeyde de, zi hinsel tema s ı n ı n veya etki leşi m i n i n söz kon u s u o l d u ğ u bir noktada yoğ u n laşara k a n a l iz ya pmayı daha uyg u n görüyoruz. B u n u n için de Rus a s ı l l ı Amerika l ı sosyo­ log Pitirim A. Soroki n ( 1 889- 1 968)'in "Tümleşimselci/ik" (lntegra­ lism) olara k adlandırılan metodolojisini esas a l ıyoruz.

B.İLİŞKİLERİ N TÜMLEŞİM SELLİGİ VE UNSURLARI Asl ı nda i nsan olara k z ihn i miz d ü nyaya, hayata, kendimize ve diğer insanlarla g i rd i ğ i m iz i li şkilere i l işkin soru larla dolu olup, son ta h l i lde yaşam süremiz boyu nca bu soru ların ceva pları n ı arama­ ya yönel d i ğ i miz d ü ş ü n ü l d ü ğ ü nde; hem eylemlerimizi n, hem

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞİMCILIK

39

düşü nceleri mizi n tümleşi msel (i nteg ra l ) bir şeki lde gerçekleştiği görülebi l i r. Eylemlerim iz, davra n ı ş ve tutum l a r ı m ız, bizi insan ya pan özel­ l i klerden bağ ı msız değ i l d i r. Ama bizi insan ya pan özel l i kler de a ncak eylemleri m iz içinde bize görü n ü rler, yeniden şeki l leni rler, hatta kaybola b i l i rler. Hayata b i r boş l u kta gelmed i ğ i m iz g i bi, ha­ yatın da bir boşl u kta oluşmad ı ğ ı n ı a kılda tutm a m ız gerekiyor. Görd ü klerim izden etki len iyor, etkilendikleri m iz üzeri ne d ü ş ü n ü­ yor, akıl erd i remed i kleri miz ka rşısı nda şaşı rıyor veya aşkın, muci­ zevi açıklamalara yönel iyoruz. Bazen çıka rı m ız için kavga ediyor, bazen acıma h issiyle i m ka n la r ı m ızı aşan bir ya rd ı mseverl i k göste­ rebil iyoruz. Haset ve nefret dolu davra n d ı ğ ı m ız ol uyor; bu davra­ nışları m ız ka rşısında utand ı ğ ı m ız da . . . Bazen yaşama sevi nciyle ken d i m izi yeri yeri nden oynatacakm ı ş kadar güçlü h i ssediyoruz; ama ö l ü m a kl ı m ıza geldiğinde de alabildiğine çaresiz . . . O halde, topl u msal gerçekl iği (içinde b u l u nd uğ u m uz d ü nyevi hal ve şartı) karmaşık bir olgu olarak tecrübe ettiğ i m iz açıktır. Topl u msal gerçekl iğin dar bir kısmına sığ ı n ı p yaşamaya çal ışsak bile d iğer kısmıyla ister istemez kuru l muş olan bağ lar, bizi m esa­ sen tümleşik (i nteg rated) bir d ü nya içinde b u l u n d u ğ u m uz ger­ çeğ i n i ortadan ka l d ı rmıyor: B i r mekanda bel irli bir za manda eyl i­ yor veya d avra n ıyoruz. Ama neden o şeki lde değ i l de bu şeki lde davra n d ı ğ ı m ızı; neden bu şeki lde o mekanda ve za manda değ i l d e bu mekanda v e za manda davrandığı mızın sebebi n i a rad ığı­ mızda, ö n ü m üze değişti remeyeceğ i m iz geçmi şimiz, belki kal ı ­ t ı m s a l şahsi özelli kleri miz, i htiyaçları m ız, idea l lerimiz . . . vs. çıkabi­ l iyor. B u n l a rı n bir kısm ı n ı bazen "rasyonel", diğer kısmı n ı "i rras­ yonel"; bazen de "maddi" veya "manevi" sıfatlarıyla kategorize edebi liyoruz. Anlaşı laca ğ ı üzere, toplumsal gerçekl i k, bir i l işkiler ağı olarak tümleşik şeki lde hayatı mızın, ben l i ğ i m izi n ve eylemlerimizin içinde meydana geld i ğ i çok geniş bir daire gibi. Piti rim Soroki n, bu geniş � a i reyi a n lamak için t ü m leşi msel bir metodolojiye sa h i p olmamız gerektiğine d i kkat çeken e n önem l i sosyolog lardan birid i r. Soroki n'in genel olara k Tümleşimselcilik (l nteg ra l ism) olarak adland ırılan yöntem b i l i m i n i n en başta gelen özel l i ğ i , top l u m sa l görü n g ü n ü n (kendisi b u n a sosyokü ltürel görü ngü demeyi terc ih etm işti r) birbirinden ayrı la maz ya n l a ra sa h i p olduğud u r. Soro k i n ,

40

TOPLUMUN MANTIGI

topl umsal görüng ü n ü n söz konusu ayrı l a maz ya n larını temel i ki kategoride toplar: Zihn iyetten oluşan içsel ve bu içsel ya n ı n fizi k­ sel ve nesnel temsil iyetini ifade eden dışsal ya n. Böylece, Soro­ kin, bir ya ndan öznell iğe üstü n l ü k ta nıya n davra n ı şçı l ı kta n kaçtı­ ğ ı g i bi, nesnel gerçekli kleri d i kkate a l maya n, dolayısıyla toplum­ sa l görü n g ü n ü n içsel a n l a m ı n ı kendi iç bakışıyla açıklamaya g i ri­ şen sosyolojik ya klaş ı m l a ra da itibar etmez (Ford ve diğerleri, 1 996: 89). B u açıdan Soroki n, Tü m l eşimselci metodolojiyi b i rbiriyle bağ­ lantı l ı i ki ana ka ide üzeri ne oturtur: mantık ve görgül gerçeklik (Empirica l Rea lity). Mantık, topl u msa l görü n g ü n ü n içsel ya n ı üzerindeki örtüyü ka l d ı ra ra k z i h n iyet d ü nya m ıza dair ç ı karımlara yönelir. Bu çıka rı m ların mah iyetleri ve ne a n l a m a geldikleri, d i k­ kati m izi toplumsa l görü n g ü n ü n dışsal ya n ı na çevirerek a n l ayabi­ leceğ i m iz bir husus olduğundan, mantık görg ü l gerçekl i kle kaçı­ n ı l maz olara k i l i ş kiye g i rmelid i r. Ya l n ız, hemen bel i rtmek gerekir ki, Tü m leşi mselci metodolojide görg ü l l ü k (empricism), olguların ra ka m l a ra boğ u l m u ş resmed i l iş i n i değil; onlara b i r epistemoloji (bilgi kuramı) doğ rultusunda vücut verdiği varsayılan i l kelere, özlere, biçim lere dair mantıksal bir d üşünme işlemini esas a l ı r. O ha lde, Tü m leşimselci l i kte topl umsal gerçekl i ğ i n tümsel bir mevcudiyeti söz konusu olmakla bera ber, bu mevcud iyetin ma­ hiyeti ona yön veren i l kelerin görü ngüsü olara k ka rşım ıza ç ı k­ makta d ı r. Soroki n'in Tüm leşi mselci l iği, ta m bu noktada hem fenomenolojik, hem a n a l iti k (çözümsel) bir özel l i k içerir. Feno­ menolojikti r, çünkü bir görü n g ü n ü n mantığ ı n a yoğ unlaşır; an ali­ tiktir, ç ü n kü görü n g ü n ü n içerdiği ögeleri ayrıştırarak onların ait olduğu tümsel liği resmetmeye g i rişir. Sorokin ( 1 998: 1 09) tümsel topl umsal gerçekl i ğ i n görüngüsel olarak üç şeki lde ayrıştı rı labileceğini i leri sü rer: Görgül (veya Duyusal), Mantıksal (veya Rasyonel) ve Mantıkötesi (veya Aşkın). Görgül olan maddesel olana ka rşı l ı k gel i r; g ündel i k hayatta görebi l d i ğ i miz, d uyumsayabildiğimiz şeylerd i r bun lar. Mantıksal olan d ü ş ü ncem izde, zihnimizde var ettikleri m izd i r; kavramlar, ta n ı m l a r, soyutlama l a r, a l g ı lar, çıkarımlar... g i b i . Maddeten göre­ med i ğ i m iz, d uyumsal şeki lde tecrübe edemed i ğ i m iz, dolayısıyla düşü nce ufkum uzu, son ta h l ilde de mantı ğ ı m ızı aşan d u rumlar

EPiSTEMOLOJİ: TÜMLEŞİMCILIK

41

ise Mantıkötesini meydana getiri r: Karşı laştığ ı m ız m ucizeler, tesad üfler, i na n ç meseleleri, Ta nrı'n ı n varlığı g i b i . . . Sorokin, söz konusu ögelerin, her biri n i n neticede bir hayat formuna vücut verd i ğ i n i veya ka rş ı l ı k geld iğini söyler. Bu formları da üçe ayırır (Soroki n, 1 946: 30-36): Duyusal (Sensate), Düşünsel (ldeationa l) ve Ü lküsel (idea l istik). Duyusal hayat formu, gerçek olanı esas a l ı r: Duyu orga n la­ rım sayesinde dokund uğum, işittiğim, koklad ı ğ ı m ve görd ü ğ ü m şeye i n a n ı r v e ona i l işkin ed imde b u l u n u r veya yaşa rım. Düşün­ sel hayat formu nda, tek gerçek va rd ı r, o da d ü nyayı ve insanı ya rata n Ta n rı'd ı r. Bu hayat form u n u n temel leri, M.Ö. 8.- 6. yüzyı l­ lar a rası nda atı l m ış; m ü n hasıra n Bra h man, Budist ve G rek kültür­ lerinde ifade ed i l m iştir. Ne va r ki, 1 2. yüzyı l ı n son larına doğru tek gerçek ve değer d u­ yu msal olana göre bel i rlenmeye başlamış ve d ü ş ü nsel hayat formu geri leme g östermiştir. Ü lküsel hayat formu ise 1 3. ve 1 4. yüzyı l l a ra damgasını vurmuş olan; kısmen d uyumsal, kısmen d uyuötesi boyutları içeren ve mantıksal olan i le ma ntıkötesi (aş­ kın) ola n ı n ka rı ş ı m ı n ı içeren bir kavrayış olara k bel i rmiştir. Bu anlamda ü l küsel hayat formu, kısmen di nsel, ama kısmen de sekülerd i r. Buradan Soroki n'den farkl ı bir yola sapara k i lerlemek zorun­ dayız. Soroki n, tümsel topl umsal gerçekl iğin ögeleri n i ayrıştırır­ ken, her bir öge n i n üzeri ne gölge olgular olarak şahsiyeti, kültürü ve topl u m u i nşa eder; fa kat bunu ya pa rken kültürü merkeze a l ı r: o kada r ki toplumsal gerçekl i ğ i "sosyokü ltürel" gerçekl i k olarak adlandı rmayı ve ku l l a n mayı terc i h eder (Ford, 1 963: 45-6). B u noktada Soroki n h e m t ü m l e ş i k gerçekl ik an layış ına halel getirir, hem -daha kötüsü- kü ltüre verd iği merkezi önem sayesinde in­ d i rgemeci liğe yönelerek, ister i stemez tüm leşi msel a n layı ş ı n ı kendi el iyle teh l i keye soka r. Bu itibarla, Soroki n'i izlemeye burada son veri p, ondan a l d ı ğ ı mız esi n l e başka bir yönde i lerlemek uy­ gun olacaktır. Basit bi r soruyla meseleye daha somut görü n ü m kaza n d ı rabi­ l i riz: Ne, ne i le tümleşmekted ir? Soroki n bize bu soru n u n teo ri k/soyut bir zem i n i n i döşem iş b u l u n uyor: Tü m leşik olan görgül (d uyusal), mantıksal (rasyonel) ve mantıkötesi (aşkın) top l u msa l gerçekl i ğ i n ögeleridir. Fakat biz insan olarak örneğ i n görg ü ! olan ı

TOPLUMUN MANTIGI

42

ne a rac ı l ı ğ ıyla tecrübe etmekteyiz? Sorokin buna "duyular" ceva­ b ı n ı vermekted i r. Peki, bu duyular hangi t ü m l üğe a itti r? Soro­ kin'in ceva bı "ki ş i l i k" (personal ity)dir. Fakat diğer ögeleri de ra­ hatl ıkla "kiş i l i k" kategorisine d a h i l etmemiz m ü m kündür. Örne­ ğ i n mantığ ı mızı n ça l ı şma şekl i (akıl yürütme tarzımız) veya man­ tı kötesi yönel imlerim izi kişi l i ğ i m izden ne kada r bağ ı msız düşü­ nebi l i riz ki ! Bu sebeple, Soroki n'in metodolojisini daha ayrı ntı l ı somutlaş­ tırma i htiyacındayız. Bu doğrultuda ka l kış nokta m ız, bizi tüm leşik gerçekl ikle temasa geçiren, onu tecrü be etmemizi sağ laya n a racı u n s u rların neler olduğ u n u sa pta mak olma l ı d ı r. Bunun içi n görg ü l ola n ı bedenimiz, mantıksa l o l a n ı zih n imiz v e aşkın ola n ı imge­ leme kudretimiz (ru h u m uz) a racı l ı ğ ıyla tecrübe edebi l d i ğ i m izi öneriyoruz. Şemati k olarak g östermek gereki rse durum şudur: TÜMLEŞİMSEL EPİSTEMOLOJİ GÖRGÜL (DUYUSAL) � MANTIKSAL � MANTIKÖTESİ (AŞKIN)

n

n BEDEN



ZİHİN

n �

TAHAYYÜL KUDRETİ

Şeki l'de görü l d ü ğ ü g i bi, top l u msal gerçekli ğ i n unsurları ve o u n s u rl a rı tecrü be etmem izi sağ layan a raçlar, top l u msal gerçekl i­ ğe sadece tümleşik baktığ ı m ızı değil; ona dair bilgi kaynaklarımız a rasındaki i l i şkisel l i ğ i de dile geti rmekted i r. Bu bağ lamda, be­ densel ha reketleri miz görg ü l olanla bizi temasa geçirdiği kadar; zi h n i m izi uya ra ra k görg ü l ola n ı mantı ksal bir çerçevelemeye ta bi tutma m ıza da olanak tan ıya n bir d u ru m yarata b i l i r. Ortaya çıkan eylemi, böylece ya akıl yü rütmemizin doğru ltusunda "beklendi­ ğ i " şeki lde bir ka bule yönel i riz veya "beklenen"in gerçekleşme­ mesi h a l i nde "böyle olacağı zaten içime doğ m u ştu" gibi ma ntı­ kötesi bir iza h ı davet ederiz. Bizi m buradaki iddiamız, çoğ u n l ukla (farkında olsak da ol masak da) tüm leşi k bir d a i re içinde ha reket ettiğ i m iz; ya ni beden-zihin-tahayyül u n surları n ı n üçünün bir­ den teması doğ rultusunda davrand ı ğ ı m ızd ı r. Gene g ü ndel i k hayattan bir örnekle söylemek isted ikleri mizi somutlaştıra l ı m . Ü n iversite öğrencisi Nes l i h a n Köse, şofbenden zeh i rlenerek beyi n h ücreleri n i n büyük bir kı s m ı n ı n ta hrip olma-

EPiSTEMOLOJİ: TÜMLEŞİMCILIK

43

sıyla bitkisel hayata g i rer. Nes l i han'ın hekim olan a n nesi Hale H a n ı m, i ki yıl boyu nca yoğ u n ba kımda kızıyla yaşa r ve kend i ne göre uyg u ladığı tera piyle kızı n ı uya n d ı rmayı başarır. Dahası, mes­ leğ i n i de bı ra ka ra k bütü n hayat ı n ı kızı n ı n iyi leşmesi ne va kfeden Hale H a n ı m, kızı n ı eğitmeyi başa rır, ona yen iden okuma yazma öğreti r ve çocu ğ u n u anaoku l u d üzeyine kadar getirir (Hürriyet, 2 Ekim 2006; örneğ imizi "Nesl i h a n Mucizesi" olara k ad land ı ra l ı m). Örneğ i m izdeki olay bedensel (bir genç kızı n zeh i rlen mesi ve bitkisel hayata g i rmesi) olara k görg ü ! alanda meydana gelmiştir. Hekim olan a n n e (biyolojik a n l a mda bedensel bir a racı olara k), i l k davra n ı ş ı n ı -şüphesiz kendi bedeni de a c ı çekerek- mesleki b i l g i v e uzma n l ığ ı doğrultusu nda g östermiş v e hasta neye g ötürü l ü r­ ken kızı n ı n i ki kere d u ra n ka l b i n i çal ıştırm ıştı r. Anne olara k ne kad a r acı d uymuş o l u rsa olsun, şü phemiz yok ki, "Ne ya pma l ı ­ yım ?", "Nasıl davra n m a l ıyım?" . . . g i b i soru lar doğ rultusunda man­ tığını d evreye sokm uştu r. Yı l m a m ış, mesleki deneyi m i n i n ve mantığ ı n ı n rehberl iğinde altı ay uykusuz ka l a ra k kızı n ı hayata döndü rmeyi başarmıştır; ama sadece bilgi, deneyi m ve mantık sayesinde değ i l , kızı n ı n ruhuna da h ita p ederek gerçekleştirmiştir bunu. Kızı na Moza rt'tan pa rça l a r d i n l etmiş, ku lağına çeşitli h i kayeler fı sıldam ıştı r. Demek ki, beden-zih in-tahayyül h a l kala­ rından ol uşturd u ğ u zincirle kızı n ı n hayata tutu nmasını sağ lamış­ tır. "Nes l i h a n M ucizesi", bize ş u n u çok açık göstermekted i r: İnsan herhangi bir ed imde b u l u n u rken ma ruz ka ldığı d u ru ma ka ba bir gerçekl i k olarak bakmamakta d ı r. Bir d u ru m içinde her zerresine kadar bedeniyle b u l u n ma kta, fa kat o d u ru m u zihi nsel olarak kavra maya/kavra mlaştı rmaya ça l ı ş ı rken, bir ya ndan da değerleri, i nançları, d uyg u l a rıyla ed i m i n e a n l a m yüklemekted i r. Dr. Hale Hanı m'a bu olay başına gel meden önce, "Altı ay uy­ kusuz ka l a b i l i r misiniz?" soru s u n u yöneltselerd i, emi n iz, "hayı r" cevabı n ı veri rd i. Demek ki, mantıksa l olara k uykuya d i renç kapa­ sitesi bel irlemiyor ne kadar uykusuz ka labileceğ i m izi. Ruhen d i renebi leteğ i m ize dair bir d uyg u, mantığın, aklın hesapları n ı a ltüst edebi l iyor. "Nes l i h a n M ucizesi", insanların statüleri n i n ve sıfatları n ı n ne anlama geld i ğ i n i topl u msal pratik içinde daha net görü leceğ i n i d e a n lata n bir örnek olarak görü l melidir burada. Örneğ i n, "an ne"

44

TOPLUMUN MANTIGI

olmak bir insanın evlad ı ndan bağ ı ntısız bir statü ve sıfat değ i l d i r; i l işkiseld ir. Hale H a nı m, "a nne" l i ğ i başına gelen ta l i hsiz bir olay (topl u msal prati k) vesi lesiyle hem kendisi için, hem başka l a rı için anlamlandı rmıştı r veya b i r anlatıda b u l u n m uştur. Ancak, Hale Hanım'ın d u ru m u bize toplumsal görüngüleri n genel leştirileme­ yeceğ i uyarısında da b u l u n m a ktad ı r. "Hangi anne olsa onun gibi davra n ı r." d iyemeyiz. B u n u d iyebil memiz bir durum d a h i l i nde m ü m kü n d ü r. Dolayısıyla, bir topl u msal pratik veya d u r u m u a n lamlandı­ rara k edimde b u l u n u rken, toplumsal gerçekl iğin i l işkisellisi ve tüm leşi kl i ğ i ed i mde b u l u n a n ı n da "ki m " olduğuna dair ya nsıtmalı bir süreç içinde a n l a m l a n d ı rmaya yol açmakta d ı r. Söz kon usu sü reçte, örneğ i mizden a nlaşı lacağı üzere, bedensel olan (Hale H a n ı m'ın biyoloji k olarak Nes l i han'ın a n nesi olması) bir başlangıç a n ı d ı r. Z i h i nsel ve tahayyül! (i mgesel) uğra klardan geçmeden, sadece bedensel olanla s ı n ı r l ı ed i msel bir a n l a m ve değer ü rete­ meyeceğ i m iz açıktır (Eğer öyle ol masayd ı, Nesli han'ın babası gazeteden öğrend i ğ i m ize göre- "hayata bir kere geliniyor" d iye­ rek evlad ı n ı ve eşi n i terk etmezd i. Bu da gösteriyor ki, bir erkeğ i tan ı m icabı a nca k bedensel ed i m i n e bakı p "baba" saya b i l i riz; fa kat zi h i nsel olara k bir "baba" fig ü ründen yoks u n l u k ve onun ta hayyü l ü n d e "evlat" olara k sağ lanamamış bir ya kı n l ı k, o figürün topl umsal değil, biyolojik ana özg ü bir d u ru m olarak ka l ması n ı kaçı n ı l maz kı l m a ktad ı r) . O ha lde, Ç e k fi l ozof Jan Patocka ( 1 907- 1 977)' n ı n bel irtm iş ol­ duğu g i bi; beden her şeyden önce, "kişisel bir d u ru m"u (Patocka, 1 998: xvi) ifade etmekted i r; bu açıdan, bize göre de bedeni, kişi­ sel olandan toplumsal olana dönüştüren, onun zi h i n ve ta hayyü l kudretiyle ku rd uğu temastı r. Bu bakı mdan tüm leşi msel epistemolojimizi, bir adım daha ata ra k somutlaştı rmak üzere, beden, zihin ve tahayyül kudreti kavra m larına dair ta n ı ml a malarımızı vermemiz yeri nde olaca ktı r.

1. Beden Beden, aslında Du rkhei m'den beri topl umsal ve kültürel a n lam­ ların önemli bir sembolü olara k ka bul ed ildiği g ibi; insan ben l i ğ i­ n i n ve ki m l i ğ i n i n y� nsıdığı bir ku rulum olara k da a l g ı la n mıştır (Sim pson, 1 993: 1 5 1 ). Bununla bera ber, klasi k sosyoloj i teori si

EPiSTEMOLOJİ: TÜMLEŞIMCILIK

45

beden olgusuna yoğ u n bir i l g i g östermemiş, hatta onu genel olarak söylem i n i n dışı nda tutmu ştur. Böylece, haz, a rzu, acı, hayal kırıkl ı ğ ı g i b i bedensel d ü rtüler sosyoloji teorisinin yapı taşları şekl inde görül meyerek, diğer d i s i pl i n lerin işi kab u l ed i l m iştir. B u n u n sebepleri n i n başı nda, sosyoloji n i n kurucu ları n ı n sanayi topl u m u n u n öze l l i kleri g i bi ma kro sorun l a rla i lg i lenmiş olma ları gelir. Dolayısıyla, sanayi topl u m u na geçiş bağ l a m ı nda toplu msal değ i ş i m i n tari hsel nedenleri n i ve d üzenekleri n i {meka n izmala rı­ nı) a raştı rmak, kurucu baba l a ra, ideoloji k veya akademik güdü ler doğrultusunda, daha cazi p g e l m i ş; bir i ki i stisna d ı ş ı nda top l u m­ sal ya pı ve eylemin biyoloji k, psikolojik kökleri ne itibar eden ol­ mamıştır. Bu doğrultuda, sosyolojinin temel leri atı l ı rken, eylemi, eyle­ yeni, n iyetleri ve a maçları ta n ı m lamada i kti sat ve h u ku k model a l ı n mış; i nsan bedeni sadece bir metafor olarak ku l l a n ı l mıştı r. Özel l i kl e işlevselci sosyolog l a r, top l u msal d üzen i n ve dengen i n oluşu m u n u açıklamada i nsan beden iyle i l g i l i analojiye s ı k baş­ vurmuşlar; beden i n sosyolojik söyleme d a h i l olması da bu saye­ de gerçekleşmiştir (Tu rner, 1 996: 24-27; 230-3 1 ) . Giderek beden, sosyoloji teorisinde merkezi bir yer ed i n m i ştir. İkinci Dünya Savaşı'nın son ra ermesinden iti baren, za man içinde tüketi m kültürün ü n yayı l ması, sa natta postmodern ta rzla­ rın bel i rmesi, fem i n ist ha reketleri n etki kaza n ması, n üfus ya pısın­ daki değ i ş i m ler, AIDS salgını ve n i hayet çevre kirl i l i ğ i ndeki a rtış, insan bedeni üzeri ne ya pılan sosyoloji k anal izlerde de a rtışa yol açm ıştır {Turner, 1 99 1 : 1 8). B u g ü n, a rtık geniş bir "beden sosyolo­ jisi" yazı n ı mevcut o l u p; top l u m , ben l i k, ki m l i k, cinsel l i k üzeri ne yen i bakışları uya ra n ça lışmalar yayg ı n l ı k kaza n m ıştır {Syn nott, 1 993: 263). Ya l n ız, geçerken bel i rtel i m ki, beden sosyolojis i n i n fel sefi bir arka planı va rd ı r ve F. Nietzsche, M . Heidegger ve M. Merlau­ Ponty gi b i fi l ozofların d üşünceleri, söz kon usu a rka pla n ı n daya­ nakları n ı oluşturur. Ad ı geçen fi lozofla r, top l u msal ed i m leri mizde bedenimiz a racı l ığıyla cisimleşen ve özünde şahsi olan d ü rtüle­ rimiz ve "i rrasyonel" yön lerim ize d i kkat çekm işlerd i r. Bu çerçeve d a h i l i nde, beden sosyol oji s i n i n çözü mlemelerindeki ha reket nokta s ı n ı Fel sefi ve Fenomenolojik Antropoloji g i bi i ki ana kay­ nağa daya n d ı r ı l d ı ğ ı söylenebi l i r. Felsefi Antropoloji, "İnsa n ned ir?" sorusuyla beden sosyolojisine epistemoloji k temel sağl a m ı ştır.

46

TOPLUMUN MANTIGI

Fenomeno/ojik An tropoloji ise i nsa n ı n topl umsa l l aşma sürecinde teh l i keli çevresel tehditlerden koru n ması için gerekl i olan kültü­ rün ve kurumların hi mayes i n i n, i nsa n üzeri ndeki etkis i n i tespit g i ri ş i m iyle beden sosyolojisine sağ la n a n söz konusu epistemolo­ jiyi yönlendirm iştir. Bel i rtilen i ki ana kaynaktan (Felsefi ve Fenomenoloji k Antro­ poloji ler) beden sosyoloji s i n i n ç ı ka rsadığı üç temel önerme şu o l m u ştur (Turner, 1 99 1 : 4) : 1 . İ n sa n ı n bedensel oluşu mu, hem bir d izi topl u msal baskı n ı n kaynağını, hem sosyo-kü ltürel gelişmele­ ri n pota nsiyel i n i sağ lar. 2. Bedensel oluşuma yön veren, son tah­ l i lde, i htiyaçlar değ i l, arzu lard ı r. 3. Arzu ve i htiyaç gibi "doğal" d ü rtüler, top l u msa l cinsiyetlere g öre fa rkl ı tecrü beye tabidi rler. Yukarıdaki önermeler, a ra l a rı ndaki iç bağ l a r gözetildiği nde, bir bütü n olara k şu şeki lde bir ifadeye kavuştu rulabi l i rler: İnsanın bedensel oluşumu, i mgesi ve anlamı, esasında kendi ben­ l i k/ki m l i k kavramlaştı rma l a rıyla beraber içinde yer a l d ı ğ ı maddi, prati k ve topl umsal çevre i l işki lerince bel i rlenme olas ı l ığ ı n a açık­ tır. Bu itibarla beden, i mgesel, kültürel bir kuru l u m (inşa) olduğu kada r; top l u msal ve kü ltürel kısıtlamaların cisimleştiği bir alandır da. Öyleyse, beden topl u msal edimleri m izde öznel/bireysel ger­ çekl iği mizin bir d ı şa vuru m u olara k görülebileceği g i bi; top l u m­ sa l ve kültürel a nl a m ları n, değerleri n üreti l mesinde ve ya nsıtı l­ masında önemli bir kaynak şekl i nde de a l g ı lanabi l i r. Buradan hareketle d e bedenin, top l umsal, pol itik i ktidar i l işkileri n i n öznesi ve nesnesi şekli ndeki cisim leşmesi ni sem bol ize ettiği söylenebi l i r (McG u i re, 1 996: 1 03-7). O halde, "beden" ded i ğ i m izde, her şeyden önce, öznel ger­ çekl i ğ i m izin d ı şa vuru m u n u n sosyo-kü ltürel a n l a m la r ve değerler zem i n i nde meydana geldiği ve söz kon usu a n la m l a r ve değerler a rac ı l ığıyla topl u msal edi mler içinde kon u m l a n d ı ğ ı mız cisimsel bir- d u ru m u kasted iyoruz.

2. Zihin Zihin, çok a n l a m l ı felsefi bir kavram olup, fa rkl ı ta n ı m lara sa hip­ tir. N iteki m zi h i n fel sefesi n i n g ü n ü m üzdeki en önemli isim lerin­ den John Searle, zi h i n konusu nda bu kavra msal çok a n l a m l ı ğ ı ve ta n ı m ı ya rata n a ltı fa rkl ı teoriden söz etmekted i r (Searle, 2004:

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞIMCİLIK

47

1 8-2 1 ). B u radaki a macı m ız, mevcut fa rkl ı kavra m laştı rma lar, ta­ n ı m lamalar ve teori leşti rmelere dair bir izaha g i rmek değ i l d i r. B u n u n yeri ne, kendi epistemoloji k çerçevemiz içinde "zi h i n"den ne kastettiğ i m ize bel i rl i s ı n ı rl a r içinde ka larak değ i n mektir. Bu­ nun içi n hareket noktam ız, John Searle'in (2006: 50, 5 1 -2) bir sa ptamasıdır: "Zi h n i n başlıca ve en asli öze l l i ğ i bili nçti r." O halde, zihnin ne olduğu, bili ncin ne olduğ uyla bağ l a ntı l ı bir mesele olup; kendi ta n ı m ı mızı söz kon u s u bağ la ntı zemi n i n e yerleşti r­ memiz uyg u n olaca ktır. Sea rle'i izleyerek deva m edecek olursak, b i l i nç kavra m ından asli olara k neyi n kasted i l d i ğ i n i on u n ku l landığı bir örneğ i aktara­ ra k iza h edebi li riz. Şöyle diyor Sea rle: "Rüyasız bir uykuda n uya n d ı ğ ı mda, bilinç durumuna g i rerim, uya n ı k old u ğ u m sü rece deva m eden d u ruma. Uykuya daldığım­ da, ya d a genel anestezi altına a l ı n d ı ğ ı mda veya öld üğü mde, bilinçli d u r u m u m kesi l i p biter. Bilincin rüya biçi m leri, çoğ u za­ man uya n ı k l ı k d u ru m u ndaki olağan b i l i nçten çok daha az d ü­ zeyde bir yoğ u n l u k ve ca n l ı l ı kta olsa da, eğer uykumda rüya gö­ rü rsem bilinçli d uruma geçeri m . Bil incin derecesi uya n ı k oldu­ ğ u m uz saatlerde bile değişebi l i r; örneğin, tam uya n ı kl ı k ve uya­ rılmışl ı k d u ru m undan uyku l u ve uyuş uk bir d u ruma g eçtiğ i miz­ de; ya da sadece çok bı kkı n ve d i kkatsiz old u ğ u m uz d u ru m lar­ da . . . Bi l i n ç bir açma ka pama d ü ğ mesidir: bir sistem ya b i l i nçlidir ya da değ i l d i r. Fakat bir kez b i l i nçli olduğ u nda, sistem b i r d i renç ayg ıtı d ı r; ya n i bilincin farkl ı dereceleri vard ı r." (2004: 1 1 3- 1 4) Sea rle'in bu örneği, bi li ncin esasında bel irli bir za mana ve mekana bağ l ı şeki lde durumsal bir yaşantı lama olduğuna işaret etmekted ir. N iteki m Searle'i n kendisi de bilinç hal leri n i n , "ti pik olarak ken d i yer ve za man ları n ı bel i rten bir d uyg uyu bera berinde taşıyara k" bize u laştığına dair, "bi l i ncin sınır şa rtları" olara k ta nım­ ladığı bir iza hatta b u l u n ma kta d ı r (Sea rle, 2006: 9 1 ). Ya l n ız, bu iza hat bir "kend i l i k b i l i nci" tan ı m ı ndan çok, "nesnel bili nç" tasvi ri n i içermekted i r (Sea rle, 2004: 1 1 4) . Fazla ayrı ntıya g i rmeden ifade etmemiz gereki rse; Sea rle, bir şeyi n iç gözleme dayanara k bili nebi leceğine ve d i kkatimizi bir nesneye çevi rmeye değ i l de o nesneye nasıl d i kkat ettiğ i m ize yoğ u n laş ma, nihayet bunları yapa rken hata l ı ola mayaca ğ ı m ıza i l işki n bir a n layışı ya nsı­ ta n kendilik bilinci n i n felsefi olara k hatayla m a l u l olduğ u n u ileri sürer (Sea rle, 2004: 1 79-84).

48

TOPLUMUN MANTIGI

Ş ü phesiz, Sea rle'e göre, "kend i l i k b i l i nci" denilen bir d u rum vard ı r; fakat Sea rle'in iti razı, b i l i n çten ba hsetmenin bu d u rumdan bah setmeyle özdeş kı l ı n ması nad ır. B u itibarla, "bi l i n ç"ten ba hset­ tiğ i m izde neyi kastettiğ i m izi bel i rg i n kı l m a k üzere, Sea rle'in bi­ l i n ç kavra m ı na dair önermelerine topl uca ba kma k ya ra r l ı olaca k­ tır. Sea rle, her şeyden önce, bi l i nci, beyi ndeki a lt seviyedeki biyo­ loj i k s ü reçleri n sebep olduğu ve bilincin kend isinin beyin siste­ m i n i n yü ksek d üzeyde bir öze l l i ğ i şekl inde ortaya ç ı ktığı d üzenek olara k kavra m laştırır (Sea rle, 2006: 69) . Böyle bir d üzeneğ i n sah i p o l d u ğ u özel l i kleri i s e şöyle sıra l a r (Sea rle, 2006: 64): 1 . Bili nç, i l k ve her şeyden önce, biyoloj i k b i r görü n g üd ü r ve b i l i n ç süreçleri de biyoloj i k s ü reçlerd i r, 2. B i l i n ç s ü reçleri n i ortaya çıka ra n beyi ndeki alt d üzey s i n i rsel süreçlerd i r, 3 . B i l i nç, beyn i n ya pısında gerçekle­ şen ü st d üzey süreçler sayesi nd e oluşur, 4. B i l i nç, öznel bir d u rum ve süreci n ürünü o l u p, içsel bir boyuta sa h i ptir, 5. Bili nç, b i l i nci tecrübe edenin, ya n i birinci şa hsın varoluşuna i l işkin bir hal için­ de ortaya ç ı ktı ğ ı ndan; üçüncü şa hsın varoluşuna i n d i rgenemez. B i l i ncin, aslında "bir şeyi n bili nci" olduğ u n u ekleyerek, yuka rı­ daki soyut özel l i kleri daha somut hale getirebi l i riz. "Bir şeyi n bi­ l i nci", her şeyden önce, bir nesneye yönelmeyi i ma ettiğ i nden, b i l i ncin "niyet l i l i k" ded i ğ i m iz bir öge sayesinde som ut olara k bel i rebileceğini de söylemiş sayı l ı rız. Searle (2006: 77), "n iyetli­ lik"i, zi h i nsel d u r u m u m uzun d ü nyadaki bir şey d u rumuna yönel­ til mesi veya o d u ruma d a i r ol ması, nihayet o d u r u m u a maçlaması olarak ta n ı m lamaktad ı r. N iyetl i l i ğ i n tan ı m icabı i mgesel bir boyu­ tu vard ı r; çünkü bir nesnen i n bizi m niyetlend i ğ i m iz d u rumlar ta rafından temsil ed i l mesi, esasen o nesnenin gerçekte va rol ma­ s ı n ı gerekti rmez (Sea rle'in verdiği örnekte; çocukların Noel arife­ sinde N oel Baba'n ı n geleceğ i ne, Noel Baba d iye gerçek bir varl ı k o l m amasına rağ men, inanmaları g i bi. Veya bizi m "Neslihan M u­ cizesi"nde; Mozart besteleri n i n komadaki hastayı hayata döndü­ receğ ine dair gerçek bir ka nıt b u l u n mamasına rağ men, annenin kızı na Mozart'ta n m üzik parça l a rı din l etmesi gibi). Buna ka rşı l ı k, bütün b i l i n ç halleri n i n niyet l i l i k göstermeyeceğ i g i bi, her n iyetlenilmiş d uru m u n da b i l i nçli olmad ı ğ ı n ı ayrıca bil­ memiz gerekir. Fakat n iyet l i l i ğ i bilinç olmadan a n l ayamayacağı­ mız için, niyetl i l i k ve bilinç arasında organik bir bağ ı n mevcud iye­ ti de u n utul mama l ı d ı r (Sea rle, 2006: 77). İ laveten, bilinç nası l ki

EPİSTEMOLOJi: TÜMLEŞIMCILIK

49

"kend i l i ğ i n b i l i nci" değ i lse; n iyetl i l iğin de bi reysel ol mayıp, kolek­ tif mah iyet a rz ettiğ i vurg u l a n m a l ı d ır. Sea rle'in (2005a: 44-45) bel i rttiğ i gi bi; "Gerçekten, ben i m bü­ tün zih i n sel yaşa m ı m beyn i m i n içi ndedir ve sizi n bütün zi h i nsel yaşa m ı n ız sizin beyn i n izi n içinded i r ve benzer şeki lde herhangi bir başkası için de böyled i r. Fa kat buradan, 'tü m zihi nsel yaşa­ m ı m, ba na g önderme ya pan teki l bir isim sözcük biçi m i nde ifade ed i l me l i d i r', sonucu ç ı karılamaz. Beni m kolektif niyetl i l i ğ i m, ba­ sitçe 'bizi m n iyetimiz', biz 'şöyle şöyle yapıyoruz' ve benzer bir biçimi a l a b i l i r. B u d u rumlard a bizi m niyet l i l i ğ i m izi n sadece bir pa rçası olara k niyetlenirim. Niyetl i l i k 'bizi m n iyetimiz' biçiminde her bireyi n zi h n i nde mevcuttur..." Zaten, topl u msal görü n g ü lerin ilişkisel l i ğ i nden ha reket edi­ yorsa k, n iyetl i l i ğ i n de Sea rle'i n ta n ı m lad ığı a n l a mda kolektif ol­ ması kaçı n ı l mazd ı r. Bu doğrultuda i lerleyerek, biz de topl u msal görü n g ü leri/olgu ları, Sea rle'in (2005a: 46) ta n ı m ladığı şeki lde kolektif n iyetl i l i kler içeren görü n g ü ler/olgular olara k ta n ı m laya­ cağ ız (Sea rle'i verdiği örnekte; i ki i n sanın bera ber yü rüyüşe çık­ maları n ı n, ka rş ı l ı kl ı niyetl i l iği içeren bir görü ngü/olgu old uğu içi n toplu msal sayı l ması g i bi). O halde, "zi h i n", dediğimizde; edim leri mizde m u htemel bir bi­ linç h a l i n i n m u htemel bir kol ektif n iyetl ilik göstermesi doğru ltu­ sunda bizi veri l i gerçekl i k ile etki leşime sokan ve bu etkileşim sayesinde bizi m veri l i gerçekl iği aşmaya yönel i k potansiyel i mge­ leme (ta hayyül etme) kud retimizi uyaran beyi n sel bir d üzeneğ i anlaya bi l i riz. Ta n ı m ı m ızda n iyetl i l i k ve b i l i n ç a rasındaki kopmaz bağ ı (yuka­ rı larda değ i n i l d i ğ i g i bi her d u rumda bi rbi rleri ni gerekti rmeseler bile) tekra r vurg u l a m ı ş olduğ u m uz gibi; insa n ed i m i n i n va rol ma­ ya n bir şeye karşı gösterebileceği n iyetliliğin (ta hayyü l kud reti­ n i n) esasen veri l i gerçekl iğe hapsolmayaca k bir özerkl i k pota nsi­ yel i içerd i ğ i n i de ima etmiş ol uyoruz. Ya l nız hemen ekleyelim ki, ta n ı m ı mızda zihni ta hayyül kud re­ tine i n d i rged i ğ i m iz sonucu na varı lmama l ı d ı r. Aşağıda ayrıca değ ineceğ i m iz üzere, tahayyül kudreti -bi l incin n iyetl i l i kle bağ ı g i bi- zi h i n l e kopmaz bir bağa sah i ptir ve o n u n potansiyel b i r g ücüd ür. Bir başka deyişle, her zi h i n tahayyül kudreti ne sa hip ol maya b i l i r; fa kat her ta hayyü l kud reti zi hni zoru n l u kılar. Dolayı­ sıyla bir zi h i n tanı mı , i n d i rgemeci ol maya n şeki lde tahayyü l kud-

TOPLUMUN MANTIGI

50

reti n i ister i stemez içermek zorundad ı r. Zihne i l işkin ta n ı m ı m ıza i l i şki n dolayl ı b i r mesele olsa da de­ ğ i n memiz gereken önem l i bir husus daha va rd ı r; o da ya ptığ ı mız ta n ı m ı n beden-zi h i n a rasında bir ikici liği (d u a l izmi) değil, bir bütü n l üğ ü varsaymasıd ı r. Fel sefi d üşü ncede hala da süren uzun ta rtışmalara sebep olan bu meseleyi (Beden ve zi h i n ayrı varl ıklar m ı d ı r, değ i l midir?) kon u m uzun d ışına çı kma mak için uzun uzun iza h etme gereğ i n i d uym uyoruz. Şu kada rıyla yeti nelim ki, biz i kici l i ğ i (d ualizmi) reddederken bi l i ncin gerçek varl ı ğ ı n ı i n ka r eden materya l izme ka rşı çıktığımız g i bi; bil inci doğal d ü nya n ı n biyoloji k b i r pa rçası ka b u l etmeyen görüşlere de karşı çı kıyoruz (Bu konuda ayrıntı l ı ve yetkin bir iza hat için bkz.: Sea rle, 2004: Dörd ü ncü ve Beşinci Böl ü m ler). Böylece, beden-zihin-tahayyü l kud reti arasında zi ncirleme tümleşik bir bağ l a ntıyı esas a l ıyoruz. Şimdi, bu bağ lantı n ı n son halkası tahayyül kud reti üzeri nde d u ra­ l ı m. 3.

Tahayyül Kudreti

Yukarılarda, niyetl i l i ğ i n ta hayyüli bir boyuta sa h i p olduğ u n u bel i rtmiştik ( b i r nesnenin n iyetlenilmiş d u r u m ta rafından temsil ed i l mes i n i n, o nesnen i n gerçekte va rolması n ı gerektirmemesi). Öyleyse, aslında şöyle felsefi bir önermeyi de üstü ka pa l ı olara k d i l e geti rmiş ol uyoruz: Varolan ın fiziksel değ i l, tahayyüli varo­ luş olarak algılanabileceği. Veri l i bir gerçekliğe gömülü oldu­ ğ u m uz hatı rland ı ğ ı nda, önermemizin, i ster i stemez şu hususu d a kapsayacak şeki lde genişleyeceğ i n i düşüneb i l i riz: Va rolanın ta­ hayyü li algı lanışı m ü m kü n se, veri l i gerçeğ i ideale dönüştü rerek, bu idea l i kendi gerçeğ i m iz ha li ne geti rme olanağ ı m ız da va r demektir. Bunu sağlamak ise a ncak zi h n i m izi n tahayyül kudreti pota nsiyel ine sa h i p ol masıyla m ü m kü n d ü r. O za man, daha başta n tahayyü l kud retinin, gerçekl iğin resmi­ n i zi h n i mizde değ işti rebilme yeteneğ i old u ğ u söylenebi l i r. Bura­ da Cornel ius Castoriad is'ten ( 1 922- 1 997) esi nlenerek, biz de, tahayyü l kudreti va r olduğu için "gerçekl i k"in bizi m için va r old u ğ u n u i leri sürebi li riz (Castoriad is, 1 999: 1 98). Eğer, ta hayyü l kud retine vücut veren tahayyül etmek (imgelemek), "gerçekl i k ya pıcı s ı n ı n (real iter) olmadığı bir şeyi old u rma g ücü" i s e (Castori­ adis, 1 999: 1 99); bu gücün, anlamları ve değerlendi rmeleri yeni-

EPiSTEMOLOJİ: TÜMLEŞIMCILIK

51

d e n ya pılandı rmaya yönel i k bir niyetl i l i kle yü kl ü olduğu da orta­ ya çıka r. B u bizim, d uyusa l olara k esri k halde d ü ş kurmam ızdan çok fa rkl ı bir şey olup, gerçek bir zemine sa h i ptir. Çünkü ye­ n i (den) a n l a m l a r ve değerler i n şa etmeye yönelik bir n iyet l i l i k, her şeyden önce, algı lama ve tasavvur etme g i bi mantıksa l bir gayretin ürünü olarak bel i rir. Castoriad is ( 1 999: 204)'i n bel irtmiş olduğu g i bi, bunu sırf 'duyu veri leri'ni ya n ya na koya ra k ya pmak olanaksızd ı r. Duyu ların i mgeleri n değil, i mgelerin d uyu ların bir ya ratı m ı old u ğ u göz önüne a l ı nd ı ğ ı nda, Castoriadis'i n ne kastet­ tiğ i daha a ç ı k hale gel i r. Çünkü Castoriadis ( 1 999: 201 ; 1 997b) "i mge" (ta hayyü l), derken; " i kon"lar ya da "ta klitler"den değil, "temsil ler"den, "mevcudiyet kaza n d ı rmalar" dan bahseder. Ta hayyül kud reti n i n, bir nesneyi orada mevcut ol mad ığında dahi bir mevcudiyet şekl i ndeki temsi li ifade ederken mantıksal b i r kurg u l a madan yoksun ka l ması; nesnen i n va r-ol mayan olarak ka l ması son ucu n u da doğ u ru r. Bu itibarla, var-ol mayana mevcudiyet kaza n d ı rmak, ancak mantı ğ ı n devreye g i rmesiyle mümkün hale gel i r. Fakat mantı ğ ı n devreye g i rmesi, ta hayyü l ü bi reysel boyuta i n d i rgeme a n l a m ı na gel mez. Gerçi ta hayyül bi reysel bir boyut içerir, a m a ondan daha fazla b i r şeyi ifade eder. Ç ü n kü topl u m u bireysel tahayyül kudreti d e ğ i l , ta m tersine bireyleri toplumsal tahayyül kudreti ya ratı r. B u n u n olabil mesi, bir "i l k malzeme"ye i htiyaç d uyurur ki bu, ruhtur (Castoriadis, 1 993: 41 ). Burada "ruh"tan, Ja mes H i l l man'ı izleyerek (G rekçe "psyche"n i n veya Lati nce "a n i ma"nın ka rş ı l ı ğ ı olara k) anlamı m ü m kü n kı l a n bi l i n meyen bir ögeyi; olayları tecrü be etme i m ka n ı n a dönüştüren bir gücü kastediyoruz (Hi l l man, 1 992: xvi). Bu şeki lde ya p ı l a n bir ruh kavra mlaştı rması, H i l l man'ın bel i rttiği g i bi, ruhu töz (bir şeyi n değişmeyen özü) olmakta n çok; ken dimiz ile d ı ş ı m ızda vuku bulan her şey a rasında düşün memizi sağlaya n bir a racı olara k görmeye daya n ı r: Kendi m iz i l e olaylar, ed imde bulunan i le ed i m a rasındaki bağı a n l a mayı sağlaya n a racı. Bu çerçeve d a h i l inde ruh, ilk önce, olayların tecrübe ed i l mesi şekl inde bir deri n l eşmeye i m ka n sağ lar. İ ki ncisi, öl ü m le olan ba­ ğ ı ntımızı hatı rlatarak bizi kendi ed i m leri mizi; i laveten, ma ruz ka l d ı ğ ı m ız ed i m l eri, olayları a n la m l a n d ı rmaya yöneltir. N i hayet, düşü nsel s pekü lasyon lar, rüya, haya l ve fantezi yol uyla doğam ız-

52

TOPLUMUN MANTIGI

daki ta hayyü l ! olanakları ortaya ç ı karır ( H i l l man, 1 993: xvi). Her üç d u rumda ruh, bizi m gerçekl i ğ i n sem bol i k ve metaforik yüzünü görmem ize ya rd ı m eder. O kad a r ki, i nsan olara k gerçekl i k ka rşı­ sında "ru h u m uzun sesi" olarak mevcut o l u ruz ( H i l l man, 1 993: 2 1 6). Böylece, Ruh, H i l l man'ın i l h a m a l d ı ğ ı psi kolog Cari Gustav J u ng'un ( 1 875- 1 96 1 ) çok önceleri bel i rttiği g i bi, içsel ve d ı şsal gerçekl i ğ i m izi bi rleşti ren bir a rac ı l ı k ya parak bizi, söz kon usu her i ki gerçekl i kle eşa n l ı temasa geçebilme yön ünde tahayyü l kud re­ tine sah i p kı lar (Kugler, 1 999: 8 1 ). Bu doğru ltuda ruh, topl u m u n ku ruluş mantı ğ ı n ı bir yoruma ta bi tutmam ıza da i m ka n sağlar. Bu i m ka n ise, Castoriadis'i n ( 1 993: 1 6) söyled iği g i bi, hem her top­ l u m u n bir d ü nyayı yoru m lama sistem i old u ğ u n u g österi r; hem de her ta hayyül kud reti n i n zoru n l u şeki lde va rolan ku rucu bir mantıkta n ha reketle yen i bir yoruma açı l ma olas ı l ı klarına işaret eder. Bir başka deyişle, ruhun ya rattığı ta hayyü l kud reti, son tah­ l i lde, topl u m u kura n mantı ğ ı n yeniden yoru m l a n masıd ı r. N iteki m Castoriad is, tahayyü l kud reti ni, topl u m u n "topa rla macı-ki m l i k­ lend i rici mantık"ın ka rşısına koya rak; aslında topl u m u n belir­ len miş olara k sağ lad ığı kısıtla maları, bizi m b u rada değindiği miz a n lamda bir yoru m i m ka n ı na başlangıç şekl inde görerek, belir­ lenmem işin ufuklarına d i kkat çeker. Her iki d u r u m u birbiri nden farkl ı kılan, Castoriadis'in deyi şiyle, topl u m u n veri l i mantığında (topa rlamacı-ki m l i klendi rici mantı k) va roluşun belirlen mişlik, tahayyü l ü n ise anlamland ı rma şekl inde tezah ü r ed işidir (Castori­ adis, 1 993: 1 9; Leleda kis, 2000: 1 43). Ta hayyü l ü n anla mland ı rıcı mah iyeti, aslında daha sonra ayrı n­ tı l ı değineceğ i m iz bir arka plana sa h i p old u ğ u, ya ni hem bir temsil, hem bir top l u msal ed i m a racılığıyla ortaya çıktığı için (Leledakis, 2000: 1 45) bi reysel düşünüş şemalarından fazla b i r şeyd ir. R u h u n (psişen in) v e öze l l i kle bireysel bilinç d ı ş ı n ı n kurucu bir pa rçası olarak bi reylerde 'va r' olmaları ise (Lel edakis, 2000: 1 45) bize göre bu d u r u m u değ i şti rmez. Dolayısıyla, bu çerçeve d a hi l inde bizi m "topl u msa l tahay­ yül"den a n ladığımız, Charles Taylor'un (2004: 23) verd i ğ i ta n ı m­ dan esi n l e nen bir kavra mlaştı rmad ı r: İnsanların, toplumsal varo­ l uşlarıyla bağ lantı l ı olara k d iğerleriyle nasıl uyu m sağ lad ı kları, i l işkileri n i nası l yü rüttükleri, norma lde ka rşılanan beklenti leri ve

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞIMCILIK

53

bu beklentilerin deri n i nde yata n normatif nosyonlar ve haya l leri n ol uştu rd u ğ u b i r idra k etme tarzı. Fakat hemen eklememiz gereki r ki, ta hayyü l ü sadece va roluşa özg ü kı lan tek boyutlu bir a n layı şı kabul etm iyoruz. B u n u n yeri­ ne, Kea rney'i ( 1 998: 9- 1 O) izleyerek ta hayyü l ü n varoluşa i l işkin olmasına i laveten hakikat ve öteki ile bağ lantı l ı şeki lde de teza­ h ü r edebileceğ i n i söylemel iyiz. Böylece, yuka rıdaki ta n ı m ı m ızla da tuta rlı ka larak topl u msal ta hayyü le tüm leşik bir mah iyet ka­ za ndırmış oluyoruz: Varoluşşsa l temel imiz (ontolojik boyut), i l işki leri m izi d üzen lemeye ve beklenti leri mizi bel i rlemeye ya r­ d ı mcı olan zi h i nsel şemamız (epistemoloj i k boyut), n i hayet i l işki­ leri mizi ve beklenti leri m izi daya n d ı rd ı ğ ı m ız veya yön lendirdiği­ miz normatif a rka pla n ı m ız (etik boyut) birbiriyle eklemlenmiş oldukları sü rece, ta hayyül kud reti miz toplumsal hale gel meye yönelecektir.

TAHAYYÜL KU DRETİ N İ N TOPLUM(SAL)LAŞMASI C.

Ta hayyü l kud reti ni topl u m (sa l ) laşma haline gel miş sayacağı m ız esas d u ru m, o n u n dilde teza h ü r etmiş olması d ı r (Castoriad is, 1 993: 20). Ç ü n kü d i l, insa n ı n temel bir semboller sistem i olara k d iğer tüm sem bol leri n yoru m lanabi l mesi n i n bir vasatı olduğu g i bi; herha ngi bir şeyin bir a n l a m içermesi de ancak dilde ifade bul masıyla m ü m kü n d ü r (Hertzler, 1 965'ten a kta ra n Charon, 1 989: 44-5). Bu itibarla d i l i, gerçekl i ğ i n bir parçasını temsil etmekte veya ona bir göndermede b u l u n m a kta ku l l a n ı l a n bir anlam a racı sa­ yab i l i riz. Dil b u n u yapa rken, ya n i gerçekl ikle i l işki m izi a n l a m a ra­ cı l ı ğ ıyla ku rarken, Sea rle'i n ifadesiyle, "tü reti l m i ş bir n iyet l i l i ğ i n " de vasatı haline gelir. Çünkü a n lam, her şeyden önce, tü reti l m i ş bir niyetli l i k biçi mi olup; bu öze l l i k sayesinde d i l top l u msal i l i ş ki­ lerimizde ka rşı tarafa n iyet l i l i ğ i mizi bel l i ederek bir "an layış" uya n d ı rma, ya n i onları niyetl i l i ğ i mizin farkı na va rd ı rma i m ka n ı n ı ya ratı r. Topl u msal ta hayyü l ü n d i lde teza h ü r etmesi, ayn ı za manda, tahayyü li ola n ı n sembolik olandan ayrı d ü ş ü n ü lemeyeceğ i ne veya sembol i k olanın m utlaka tahayyü li bir bileşeni içerd i ğ i ger-

54

TOPLUMUN MANTl�I

çeğ i n e de d i kkatimizi çekmekted i r. N iteki m bu d u ruma vu rg u ya pa n Castoriadis, tahayyül! ola n ı n sembo l i k ola n ı sadece 'ken­ dini ifade etmek için' değil, aynı za manda 'va rol m ak', sa naldan başka bir şeye geçmek için d e ku l la n d ı ğ ı n ı söyler; ama sembo l i k ola n ı n d a ta hayyü l yeteneğ i n i ("bir şeyde o n d a ol maya n şeyi görebil mek, onu old u ğ u ndan başka bir şey olarak görme") ge­ rektird i ğ i n i d e ekler (Castoriad i s, 1 997a: 1 27- 1 30). Ta hayyü l yeteneği, bize topl u m u n bi rçok a l a n ı n d a (din, politi­ ka, a i le, iş, eğitim . . . ) Castoriadis'in deyi miyle gizlenmiş olan "çeh­ releri" aşikar kı ldığı gi bi, o çeh releri süsleyen a n l a m ögeleri n i sa pta mam ıza da olanak tan ı r; dahası söz konusu ögeleri n bir değ işim s ü reci içinde yeri ne geçiri l mek istenen yen i ögeleri nasıl a n l a m land ırdıkları n ı n da i puçları n ı veri r. Şu örnekle söyled i kleri m izi daha somutlaştı ra b i l i riz: Her top­ l u m g i bi Türk top l u m u da za man içinde değişmiştir. Bu değişim topl umda yen i meslekleri, statü leri, işleri, deyi m leri ve g ü n l ü k i l işki ritüel leri n i ortaya ç ı karmıştır. Örneğ i n, eskiden bir otobüs term i n a l i n e i n i nce "Hammal lazım mı?" d iye seslenenler g ü n ü ­ m üzde "Taşıyıcı lazı m m ı ?" d iye soruyorlar. Eskiden banka "me­ m u r"u va rd ı, bug ü n "bi reysel müşteri temsilcisi "nden söz ediyo­ ruz. "Paza rlamacı", "Satış Yönetmeni" oldu. "Yaşam Koçu" d iye bir meslek bel i rd i . Eskiden "Otel Kati bi" dedi kleri m izi bugün "Resep­ siyon i st" olara k adlandı rıyoruz. Artık "Şoför" değil, "Ka ptan" diyo­ ruz. "H izmetçi"ye "Ya rd ı mcı Kad ı n", "Kapıcı"ya "Apartman Soru m­ lusu" "Sekreter"e "Yönetici Asista n ı ", "Bekçi "ye "G üvenlik Görevl i­ si", ''Tezgahtar"a "Satış Danışmanı" ded i ğ i m iz gibi. Örnekleri ço­ ğalta b i l i riz. Bu kadarı bile ş u n u gösteriyor ki; Tü rk toplumunun, sosya l ya pısındaki değ i ş i m ler doğ rultusunda "çeh re" değiştirir­ ken, sadece meslek, iş, statü, vs. ya pısal değ i l, a n l a msa l bir baş­ ka laş maya da yöneld iğ ini sem bol ize ediyor; böylece ta hayyü li olarak ken d i n i yeniden yaratıyor. Düşünelim: 20-30 yıl önceleri bir ba nkada memur olmak için l i se tahsili, daha öncesi ortaoku l ta h s i l i yeterl iyd i . Fakat bug ün ba n ka l a r memu riyet için yü ksek ta hsi l l i i n sa n l a r a rıyor ve onları da s ı n avla seçiyor. O insanlarda o kadar ta hsi li memurl u k için ya ptı klarına dair ol uşabi lecek kompleksi, sa h i p ol mayı i sted i kleri statüyü sem bol i k olara k yü kselterek ("mem u r"u "bireysel müşteri temsi lcisi"ne dönüştü rerek) tahayyü li olarak g idermiş ol uyorsu­ n uz. Tıpkı m i lyarlar değeri ndeki koskoca "elektronik dona n ı ma"

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞİMCILIK

55

sa h i p otobüsleri ku l lanan lara "şoför" demenin hafif ka lacağ ı n ı d ü ş ü n ü p "kaptan" den mesinde o l d u ğ u gibi. B u n u n la bera ber, yapısal değ i ş i m ve d ü nyaya açıl ış, toplumda "eşitli k", "demokrati kleşme" gibi fi ki r ve tutu mların zamanla yay­ g ı n laşmasına ve etki kaza n masına yol açtığı için; i nsanları rencide etmek end işesi n i n de dilde bir "temizlenmeyi" gerektird i ğ i n i d ü ş ü n mek doğru olur. Bu örnekler açısından bakı nca, değişen bir topl umda yen i bir dil ya ratmak topl u m u tahayyüli olarak yeniden yaratmak g i bi görünse de ta hayyül yeteneğ ine d a i r yukarıda veri len tan ı m ("bir şeyde onda ol maya n şeyi görebil me, onu olduğundan başka bir şey olarak g örme") aslında topl u m bireyleri n i n, s u n u l a n ı sorg u­ lamaları ve ken d i gerçekçi ta lepleriyle "sahte" olanları geçersiz kı lma pota n siyel i n i un utmam a m ızı gerektirir. Hal böyle olu nca, topl u m u n ken d i üzeri ne d ü ş ü n mesi başlar; ken d i ki m l i ğ i n i net olarak resmetmesi zoru n l u l uğ u d oğar. Bu da toplum katm a n l a rı arasında a n la m l a n d ı rmaya i l işki n bir geri l i m a l a n ı n ı n ister istemez oluşmasına yol açar. Aslında buradaki me­ sele, topl u m u topa rlamacı-ki m l i klendi rici mantı ğ ı n kısıtlayıcılığı­ nı, yen i bir a n l a m landırma ta hayyü l üyle aşma meselesid i r. Casto­ riad is mevcut topa rlamacı-ki m l i klendirici mantıkta n kopan bir va rlık ta rzına işaret eder ve bunu "Magma" olarak adlandırı r. Magma, esasen sonsuz sayıda kümeler içermesine rağ men, bu kümelere i n d i rgenemeyeceğ i g i bi, kümeleyici işlemler ve kate­ gori ler a racı l ı ğ ıyla da yeniden oluşturula maz (Castoriadis, 1 993: 2 1 ). Bu, mag m a n ı n "belirlen m i ş olmaksızı n sonsuz şeki lde bel i r­ lenebi leceği" gibi açık uçlu bir a n l a m landırma d üzeneği old uğu­ n u gösterir. Buna karşı l ı k, mag m a n ı n "sa hici" ta hayyü l zem i n i nde ka l mas ı n ı sağ laya n bir etken va rd ı r, o da "topl u m sal-ta rihsel" oland ı r. Castoriadis'e göre, a s l ı nda "topl u msa l-tarihsel de, top­ l u msal tahayyül mahsulü a n l a m l a n d ı rmaları n bir magmasıdır." (Zi kreden: Leleda kis, 2000: 1 45). Bu açıdan ba kıldığ ında, Castoriad is'in ( 1 997a : 1 82) top l u m u "magrrıaların magması" olarak tan ı m larken, bir topl u m u n özün­ de a n l a m l a n d ı rmalar yol uyla ku ru lduğu (ku ru m laştığı) andan iti baren topl u msal ta hayyü l lere bir a rka pla n o l u şturd u ğ u n u söylemek isted iği görülebi l i r. Söz konusu arka p l a n bir toplu­ m u n a n l a m l a n d ı rmaları n ı n cisim leşmiş veya maddileşmiş sureti­ ni içerir. Biz orada aslında top l u m u n m izacı n ı görü rüz: Kura l larını,

56

TOPLUMUN MANTIGI

yetenekleri ni, eği l i m leri ni, a l ı ş ka n l ı klarını, i n a nçları n ı, a rzu ları n ı sorg usuz sualsiz ka bul ed i len varsayı mlarını tespit ederiz (Sea rle, 2005a : Böl ü m 6). Ara l a rı ndaki s ı n ı r hatl a rı geçirgen de olsa bir topl u m u n Arka Plan'ı n ı n bir kısmı (örneğ i n d i k yürümek, yiyecekleri ağzı mızla yemek . . . g i bi) bütün kültürlerd e ortaktı r. Sea rle'in bunu "deri n a rka plan" olara k ad land ı rmasına rağ men, biz "Evrensel Arka Plan" şekl i nde ad landıracağız. Bazı kıs ı m l a rı da bir kültüre özg ü­ dür ki, Sea rle bunlara da "yerel kültürel uyg u lamalar" demekte­ d i r. Biz bunlara "Yerel Arka Plan" d iyeceğiz. Evrensel Arka Plan, bizi m ta n ı m ı m ızda, her i nsan top l u m u n­ da ka rşı laştığ ı mız mitoslarda, masa l l a rda, d i n lerde, rüya ve fante­ zilerde ifade bulmuş olan ve J u ng'un "Arketip" d ed i ğ i bel l i motif­ leri ka psayacak genişl i kte ku l l a n ı l maktadır. Arketipler, "hayatı, i n sa n l ı ğ ı n geçmiş tari h i nce şa rtlanmış bir biçimde kavramak ve yaşa mak eğ i l i mi"ni ya nsıtır. Arketi pleri biz ruhun içi nde tekrar tekra r ortaya ç ı ka n bel irli tipik i mgeler yol uyla a l g ı l a rız (Ta n ı m ve açıklama için bkz.: Adams, 1 999). Örneğ i n "a n n e" a rketipi böyle­ d i r: Önce bir anne i mgesi oluşturu l u r, son ra bu gerçek anne i le özdeşleşti ri l i r; böylece i mgesel olara k a n n e n i n özell i kleri her çağda ve her yerde hemen hemen değişmez bir şeki lde s ü regel i r v e m i ras a l ınan anne arketipi i l e gerçek anne a rasında büyü k bir farkl ı l ı k b u l u n maz. B u bize "a nnelik" öze l l i kleri n i çeşit l i ti pleriyle (kişisel a n ne, büyü ka n ne, üvey a n ne, süta n ne, kayı nva l ide) o l u m l u veya olum­ suz evrensel öze l l i kler olara k kavra ma i m ka n ı n ı verir: "...d i ş i n i n s i h i rl i otoritesi; a kl ı n ç o k ötesi nde bir bilgel i k v e r u h s a l yücel i k; iyi olan, ba kı p büyüten, taşıyan, büyü me, bereket ve besin sağlaya n; s i h i rl i dönüşüm ve yeniden doğuş yeri; ya rarlı içg ü d ü ya da itki; g izli, saklı, kara n l ı k olan, uçurum, ölüler d ü nyası, yuta n, başta n çıkaran ve zeh i rleyen, korku uya n d ı ra n ve kaçı n ı l maz olan." (J ung, 2003: 2 1 -22). Arketip bize göre topl u m u n topl u msa l-ta rihsel mahiyeti n i n bir a n l a mda bili nç-d ı ş ı n ı resmettiği nden, topl u m l a r a rası bir or­ ta k a n l a m la n d ı rma zem i n i n i de meydana geti ri r ve böylece teki l top l u m lara evrensel boyut katar. Öte ya ndan, Arka Plan'ı n bazı kı sımları n ı n da bazı kültürlere özg ü o l d u ğ u n u (selamlaşma, giyim, yemek yeme şekl i. .. g i bi) ve

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞİMCILIK

57

buna "Yerel Arka Plan" demeyi terc i h ettiğ i m izi bel irtti k. Her ne kadar Evrensel Arka Plan'la olan s ı n ı rl a rı her zaman çok bel irg i n ol masa da Yerel Arka Plan, bir top l u m u n m ü n hasıran kendi topla macı-ki m l i klend i rici mantı ğ ı nda cisimleşmiş/maddileşmiş şekl i n i meydana geti ri r; çoğ u n l u kla yere l l i ğ i evrense l liğe ka rşıt olara k kon u m l a n d ı rı r: Neticede toplamacı-ki m l i klend i rici, ya n i ayn ı l ığa dayanan mantı ğ ı kuru m laştı rmaya yönelir. Bu nokta tam da bir toplumda kuru m l a r i l e Arka Plan a rasın­ daki i l işki n i n mah iyeti n i g ü ndeme getiri r. Mesele şud u r: B i r top­ lumda insan edi m leri ne kada r A rka Plan'ın, ne kada r kuru m l a rın, kurucu ku ra l la r ı n ı n etkisiyle ortaya çıkmaktad ı r? Sea rle'i n fi ki rle­ rinden esi n lenerek, fa kat onun verd i ğ i örneklerden fa rklı örnekler ku l l a n a ra k bu soruya ceva p vermeye ça l ışa l ı m . Örneğ i n trafiği düşü nel i m . Trafi kte a ra ba ku l l a n m a m ızı Arka Plan bilgi leri m izi n sağ ladığı açıktır (sürücü kurslarında bu bilgi ler bize ayrı ntı l a rıyla a kta r ı l ı r). Fakat trafi k, ayn ı za manda kura l l a r bütü n ü olan bir d ü­ zen olduğundan (bunların bir kı s m ı dönüş ve geçişlerde si nya l vermek gibi evrensel; bir kı smı aynı ed imi elimiz-ko l u m uzla işa ret ya parak gerçekleşti rmekte olduğu g i bi yereldir), bizi m Arka Plan bilgi lerimize i laveten, söz kon u s u kura l l a ra ka rşı bir davra n ı ş ka lı­ bı geliştirme d uya rl ı l ı ğ ı mız söz konusud u r. B u n l a r bizi m kişisel yeteneklerimiz sayesinde gel i ştirdiği miz duya rl ı l ı kl a r m ı d ı r (ya n i bizi m kişisel olara k "usta" bir sürücü olmamızda n mı kayna klan­ makta d ı r); yoksa trafi k kura l l a rı n ı n içerdiği i l keleri n fi ilen meyda­ na geld i ğ i anda gereken uyg u n ka rş ı l ı klar verme a l ı ş kan l ı klarımız m ı d ı r? B u soruya ceva bın, "kura l l a r ı n gerektird i ğ i uyg u n l u kta davra n m a m ız" şekl i nd e veri l mesi n i n, daha açı klayıcı olacağı or­ tadadır. Ç ü n kü biz, fi ilen araba ku l la n ı rken, Arka Plan bilgi leri mizi tek tek hatırlayara k bunu ya pmayız. Ka rşı laştığ ı mız kura l ların içerd iği temel i l keler bize nasıl davra nacağımıza d a i r bir hatırlat­ mada b u l u n u rlar ve biz o anda davranış şekl i m izi belirleriz. Ör­ neğ i n, hata l ı sol lama ya pma m a m ız bize öğ reti l i r ve Arka Plan bilgileri mizde bu uya rıyı sakla rız. Buna rağ men o hatayı yapa rız; bu bizi m kura l l a ra d uyarsız h a l i m izd ir ve hatadan a ğ ı r bir bedel ödemeden kurtulma olası l ı ğ ı m ız ise ancak çoğ u n l u kla ka rşı tara­ fı n ku ra l l a ra d uya rlı bir haline denk gel mekle gerçekleşebi l i r (Aksi ta kd i rd e, birçok "usta" sü rücü bu hatayı ya ptı ğ ı nda öl mezdi!). Demek ki, ha reket ta rzımızı bel i rleyen, son ta h l i lde, Sea rle'in deyi miyle, karşı ka rş ıya old u ğ u m uz "kura l ların özel içeriklerine

58

TOPLUMUN MANTIGI

d uyarlı ve ya nıt veren bir d izi yatkı n l ı kl a r" gel işti rmiş olmaktır. Başka bir d eyişle, trafi kte "usta" sü rücü olmak, bilgisi Arka Plan'ı m ızda mevcut bir d izi kura l ları "daha ustaca" uygulamak değ i l d i r. Tersi ne, uyg u n l uğ u n kura l l a rı n ya pısı, strateji ler ve trafi­ ğ i n i l keleri ta rafından fi i len beli rlend iği yerde ve anda bir d izi uyg u n ka rş ı l ı kl a r verme yatkı n l ı ğ ı kaza n m ı ş olmaktır. "Sol lamak yasa k" a n l a m ı na gelen işaretleri n, teh l i keli durum ları sem bolleş­ tird i ğ i n i fi ilen ifade eden bir ku ra l, i l ke ve b u n l a ra uyg u n karş ı l ı k bekleme uya rısı yönü nde b i r d uya rl ı l ı ğ ı m ız, d olayısıyla yatkı n l ı ­ ğ ı m ız oluşmuş i s e ed i m i miz kurucu kura l l a r d izisi n i n ya nsı ması yön ünde olaca kt ı r. Bu d a aslında bizlerin top l u msal ed i mde bu­ l u n u rken prog ra m l a n m ı ş şeki lde ha reket etmed i ğ i m izin, görece bir özerkl i k doğrultusunda niyet l i l i k taşıyabi leceğ i m izin bir gös­ tergesi d i r. O halde, burada ta n ı m lanan a n lamda kura l l a ra i l işkin d uya rlı­ lık ve yatkı n l ı k bireyler a rasında ne kad a r yayg ı n hale gel i rse; ya n i kura l l a ra ka rşı vereceğ i m iz uyg u n ka rşı l ı klar ne kad a r paylaşı l ı r, uzl a ş ı m kon usu o l u r, bir ina nca daya n ı r ve meşru görü l ü rse; bir topl u m u n kuru m laşmış olduğundan da o kada r ba hsedebi l i riz. Bir top l u m u bir a rada tutan temel faktör d e zaten o topl u m u n kuru mlaşmış olmasından başka bir şey değ i l d i r (Castoriad i s, 1 993: 1 2). Gerçekten de bir top l u m bireylerin orta k n iyetl i l i ğ i n i n (bi rbi ri m ize ka rşı gösterd iğ i m iz uyg u n ka rşı l ı kl ı ların) bir kı smı Evrensel, d iğer kı smı Yerel Arka Plan'dan beslenen ku ra l l a ra, usul lere ve ya ptırımlara dayanan ka rmaşık bütü n l üğü demek olan kuru m lar ol masa hayatı n ı deva m etti remez. Top l u m u n kurumlaşmış olması, i l k ve her şeyden önce, onun bir "bi rl i ğ i " temsil etti ğ i n i n işaretidir. Bu birlik, Ca stori adis'in ( 1 993 : 1 4) vurguladığı g i bi, somut olara k o topl u m u n parçası olan bi reylerin "tü m yaşa m ı n ı besleyen, yön lend i ren ve yöneten son derece ka rmaşık bir a n l a m l a r dokusunun iç birliği ve tutarlı­ l ı ğ ı olduğunu" ifade eder. Zaten, düşünürün "Magma" dediği şey de tam budur: Topl u m u n, Ta n rıdan yu rttaşa, devletten pa raya, kad ı nd a n erkeğe uzanan nosyonları ayrı ştı rıp işaretleyerek; 'akıl­ cı' ve 'gerçek' ögelere ka rş ı l ı k gel meden, o ögeler ta rafı ndan tü keti l meden 'ya ratım' yol uyla tahayyü li bir a n lamland ırma (sig­ nification) ya pması. Bu anlamda toplum, "kend i n i ta rih olarak ortaya seren bir özya ratı m d ı r" ve bu yaratım s ü reci içinde top­ l u m, "kendi kend i n i yaratı rken bi reyi ve ancak sayelerinde ger-

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞIMCILIK

59

;ekten va r l ı k bulabileceği bireyleri [de] yaratı r". Böylece, "Yaşa­ ıa n, konuşan ve eylemde b u l u n a n bireyler ta rafı ndan, böl ü mler ıalinde ve birbiri n i ta mam layıcı biçimde vücut b u l u r.". {Castoria­ :! i s, 1 993: 23; 33). Bu noktada i n d i rgemeciliğe d ü ş memek için Castoriadis'in şu 1yarısına ku lak asmal ıyız: " ... Bazı kişilerin sa ndığı g i bi, 'toplum bireyleri, bireyler de top­ u m u ya rat ı r' demekle hiç de i lerlemiş ol mayız. Top l u m, kurum­ andıran i mgelem [ta hayyül] a l a n ı n ı n ya pıtı d ı r. Bi reyler ayn ı za­ Tianda kend ileri n i n de sürekli yaptığ ı ve yen iden yaptığı her ;eferinde ku rumlandırı lan top l u m ta rafından ya p ı l ı rlar: Bir a n­ amda onlar toplumdur. Bu bağ lamda ol mazsa olmaz i ki kutup­ tan biri kuru m la n d ı ran temel i mgelem a l a n ı -ta ri hsel top l u msal va ratım alanı- d i ğeri ise teki l ruhtur. Ru hta n hareketle, kurumlan1ırılmış topl u m her seferinde bireyleri oluşturur-onlar da, bireyler :>larak, kaçı n ı l maz bir biçimde, kend i leri n i oluşturan topl u m u :>luşturu r." {Castoriadis, 1 993: 34; ita l i kler orijinal) Castoriadis'in uya rısı, aslı nda son ta h l i lde top l u m u n ruha i n­ d i rgend i ğ i ne d a i r ya n l ı ş a n la m a l a ra yol açma olas ı l ı ğ ı na ka rşı ek bir uya rıyla pekişti ri l mek zoru ndadır. Topl u m ol mada ruh önem­ l i d i r, ama her top l u m, ayrıca, doğal dünya ya içinde va rolduğu evrene d a i r bir tasavvu ru da ta n ı m l a r ve geliştirir. Böyle bir tasav­ vu r, topl u m u n yaşa m ı için önem l i görülen nesnelerin ve doğa l va rlıkları n yerleri ni bel i rler ve böylece topl u m u n kendi yeri n i gösteren bir d üzen lemeyi içererek (Ca storiadis, 1 997: 1 49), top­ l u m u n a n l a m l a n d ı rma ya pma s ı n ı n maddi teme l i n i de sağlar. B u n u n için, tekra rlaya l ı m ki, her top l u m bu anlamda gerçekten de d ü nyayı bir yorum lama sistemid ir. Top l u m bir yoru mlama sistemi ise; topl u m u a n la mada yo­ rumbi lgisine (hermeneutics/hermöneti k) d uyacağı mız i htiyaç aşikard ı r. Zaten, sosyoloji l iteratürü ndeki çeşitli topl u m kavra m­ laştı rmalarına baktığım ızda b u n u n her şeyden önce bir yoru m­ la.ma o l d u ğ u kend i l iği nden görü l ü r. Örneğ in, Durkheim'de oldu­ ğ u g ibi topl u m u sui generis (nev'i şahsına m ü n h a s ı r) bir rea l ite veya mora l bir d üzen olarak göreb i l i riz; tı pkı Sim mel'de bir sos­ yallik (sociation) biçimi, Weber'de anlamlı eylemler bütü n ü olara k görebileceğ i m iz gibi (Frisby-Sayer, 1 986). İ laveten, e ğ e r top l u m kavra m ı sosyoloj i n i n temel a n a l iz biri m i v e i nceleme nesnesi ,

60

TOPLUMUN MANTIGI

olara k ka b u l ed i l iyorsa (burada Castoriad s'i n topl umdan her ba hsed i şte "tarihsel-topl umsal" ya ratım a l a n ı olara k ya ptığ ı kav­ ram laştı rmayı, yan i topl u m u n esasen a rka planı tarih olan ve çok daha geniş bağ lama işaret eden sosya l i n bir pa rçası old u ğ u n u u n utmadan); topl u m u a n a l iz e d e n bir sosyoloj i n i n d e i l k v e her şeyden önce hermöneti k olması kaç ı n ı l mazd ır. Ş i m d i bu mesele üzeri nde d u ra l ı m .

D.ANLATI OLARAK TOPLUMSAL TAHAYYÜL 1. Hermönetik (Yorumsama) Zemini Genel olara k Sosya l Bi l i m lerde halen hakim olan anlayış, top l u m­ sal ed i m i n (fi i l i n) ve bu ed i m i ifa eden fa i l i n gözlemciye göre kavra m laştı rı l ması, değerlendiril mesi, hatta ya rg ı l a n masıd ı r. F i i l i n v e fa i l i n ken d i kend i n i a n l atısı v e bu anlatı n ı n sunduğu toplumsal d ü nya tasavvuru, genel l i kle ihmal ed i l mekted i r. Burada, topl u msal d ü nya n ı n onu meydana getiren insanlarca yap ı l a n bağ l a msal ve ta rihsel a n latısı n ı n daha ufu k açıcı olduğu­ n u i leri sü receğ iz. Bunu ya parken, bazı sosya l b i l i mcilerin görüş­ leri n i n kılavuzl uğunda i lerleyeceğiz ve yukarılarda tasvi r edegel­ d i ğ i m iz kendi görüşüm üze tekrar döneceğiz. Ha reket nokta m ız, biraz önce de bel i rttiği m iz g i bi, genel olara k hermönetik sosya l bi l i m, özel olara k hermönetik sosyoloji a n layı ş ı n ı n gerekl i l i ğ i n i savu n m a ktır. "Hermönetik sosya l b i l i m", esası nda, Habermas'ı n sosya l bi­ l i m leri n mantı ğ ı n ı analiz ederken oluşturd u ğ u bir kategoriye ka rşı l ı k gel i r. Habermas, bu kategorileştirmede genel olara k bi­ l i m-bi lgi a rasındaki org a n i k bağdan hareket eder ve bilg i n i n "kendisini ü reten v e dönüştü ren i n s a n istemleri n i [interests] ger­ çekleştirmek üzere ortaya ç ı ktığına" (Çiğdem, 1 992: 62) vurg u yapar. İ laveten, Ha bermas, b i l g i n i n ancak topl u m sa l pratikte gerçekleşmesi hali nde bir "istem"e (bir i l g i-çıkara) bağ lanaca ğ ı n­ dan söz ederek; i stemin, bi l g i n i n topl umsal prati kte hayatla so­ mut bağ ı n ı ku ran bir a racı olduğuna d i kkat çeker; da hası onu "Bir hayat ya pısı, bir istem ya pısı d ı r." şekl inde form ü l l eşti rir (Çiğdem, 1 992: 63; 65). Habermas'ın "istem"den kastettiği ise insan türü n ü n kendi kend i n i i n şa etmesinin ve m ü m kün yen iden üreti m i n i n özg ü l

EPiSTEMOLOJi: TÜMLEŞIMCI LIK

61

temel d u r u m l a rı nda kök sal m ı ş emek (ça l ışma) ve etkileş i m g i bi temel yönel i m l erd i r. Söz konusu yönel i m l er, temel görg ü ! (ampi­ ri k) i htiyaçları ka rşı la mayı değ i l , genel olara k sistem i n problemle­ ri n i çözmeyi a maç ed i n m işlerd i r (Ha bermas, 1 97 1 : 1 96). Bu d u ru mda b i l g i de soyut değ i l, top­ l u msal prati ğ i n çözüm bekleyen meseleleri n i n somut bağ l a m ı n­ da işlevse l l i k a rz eder ve çözü m önerileri olara k şeki l len miş bi l i m faa l iyetlerine vücut veri r. Ne va r ki, bilgi i l e i stemler a rasındaki bağda istemler bilg iden önce gelmezler, ona sadece yön lendirici ve stratej i k kı lavuzl uk sunarlar. İstemleri n hem bu a n l a mdaki kı lavuzl uğu s u n ma l a rı na, hem ken d i gelişimleri n i sağ lamalarına top l u msal hayatın m u hte­ l if sü reçleri olanak veri r (Çiğdem, 1 992: 66). Hal böyle o l u nca, i stemlerin hangi doğru ltuda, ne gibi temel meselelere özg ü olara k ve ne şeki lde kılavuzl u k sunabilecekleri h ususu, Habermas'ta dolaylı olara k bilg i n i n ta ri hsel bağlamda ortaya çıkmış pratik soru nlar doğrultusunda somut şeki l lenişleri üzerine bir düşü nce olara k ka rşı mıza çıka r. Ha bermas, bu doğrul­ tuda beşeri d u ru m ları istem lere göre kategorize eder ve her bir kategoriye karş ı l ı k gelen bilim türünü öneri r. Önce emeğ i n (çalışmanın) d oğa karşısındaki beşeri d u ru m u­ n u Ha bermas "Tekn i k İstem" d iye ifade eder ve "Ampirik-Ana litik B i l i m ler"i söz kon usu i stemin problemleriyle uğraşan bir d üşünüş biçimi olara k önerir. Toplum bi reyleri n i n etki leşi m i n i ve bu etki­ leşi mden sağ l a n a n a n laşmayı özneler arası a n l a m ları esas alarak bel i ren istem "Prati k İstem"d ir ve b i l i msel düşünüş olara k ka rş ı l ı ğ ı "Tarihsel-Hermöneti k B i l i m ler"d i r. N i hayet, topl u msal gerçekl iğin i nşası nda beşeri ya ratıc ı l ı ğ ı ve kendi kend i n i idame ettirmeyi ön plana ç ı ka ran, ta ri h i n ve i ktidarın ya rattığ ı ta hakkü m ü n top l u m­ sal prati kte teza h ü r eden kısıtl a n m ı ş l ı kların üstesinden gelerek toplumsal i n sa n ı n oluşu m u n u ifade eden "Özg ürleşti rici İs­ tem"den ba hsedebi l i riz. Özg ürleşti rici İstem'e karş ı l ı k gelen bi­ l i m leri ise Ha bermas kendi topl u m kura m ı n ı da d a h i l ettiği "Eleş­ ti rel Bi l i m l er" olara k adlandırır (Bu tasniflerin ayrı ntısı içi n bkz.: Çiğdem, 1 992: 62-86). Biz burada Habermas'ı n tasnifi n i ha reket noktası a l makla be­ raber, Tarihsel-Hermönetik B i l i m lerin içeri ğ i n i M ichael Oa kes­ hott'u n ( 1 90 1 - 1 990) görüşleriyle bi raz farkl ılaştıra ra k i lerlemek i stiyoruz.

62

TOPLUMUN MANTIGI

Ha bermas, Prati k istem'in yön lendiği eylem ti p i n i n gündelik dilin vücut verdiği etkileşi m l e r olduğ u n u söyler ve söz konusu etki leşim leri n özneler a rasında ku rulan a n l a m d ü nyas ı n ı "a nlam­ l a n d ı rmak" için bilişsel bir hermönetiğ i davet etti ğ i n i ekler. Bu, her şeyden önce, şu anlama geli r: Topl u msal d ü nya, son ta h l i l de, gündelik d i l i n yön lend i rd i ğ i ve özneler a rası etki leşi m i n inşa etti­ ği a n l a m l a r temel i nde yü kse l i r. O halde, ta ri h sel l i ğ i olan pratik bir istemle ka rşı karşıyayız ve bu ancak hermöneti k olarak açığa ç ı karı labi l i r. Ka ntçı bir prati k nosyonu, Ha bermas'ı ayn ı za manda, evren­ selci bir ta ri h a n layı ş ı na ve Ayd ı n lanma projes i n i n değerleri n i n çerçevelediği bir a n l a m d ü nyası n ı n meşru l u ğ u n u peki şti rmeye yöneltir B u n u ya parken. Ha bermas, aslında a n l a m l a rı bir bağ lama otu rtu r, ama orta k-ölçüştürülebi l i r (com mensurabil ity) bir bağ­ lama ... Ya n i Habermas, d ü ş ünceleri n, pratiklerin, değerlerin, hatta d ü nya görüşleri n i n orta k bir zeminde ka rşılaştırı l a b i l i r, ölçülebi l i r, belki de eşleşti rilebi l i r old u ğ u n u iddia eder. Oysa prati k nosyonu kendi felsefesi için aynı derecede önem taşıya n bir başka d ü ş ü n ü re, Michael Oakeshott'a başvu rd uğu­ m uzda, mesele fa rkl ı bir ya klaşım şekl inde ortaya ç ı ka r. Oa kes­ hott'a göre, g ü ndelik hayata vücut veren prati kleri n her birinin, şeki l lend i rd i kleri alanlara i çki n ayrı bir mantıksa l l ı ğ ı va rd ı r ve bu mantıksa l l ı klar bir gelenek içerisinde d u rumsal olara k işlerler (Oakeshott, 1 994). Çünkü toplu msal d ü nyada ed i mleri mize kay­ nakl ı k eden bilgiler fa rkl ı mah iyette olup; kendi doğru ltu ları nda bir mantık üzeri ne i nşa ed i l m işlerd i r. Oakeshott'ta ( 1 98 1 : 7-8; 1 0- 1 1 ) söz konusu b i l g i ler tekn i k ve pratik olmak üzere i ki türd ü r. Tekn ik bilgi, kura l l a r şekl inde for­ m ü l e ed i l mesi, öğ reti l mesi ve öğren i l mesi m ü m kü n kita bi bir mah iyet gösteri r. Pratik bilgi ise, a ksi ne, kura l l a ra sığ mayan, kitabi olara k öğreti lemeyen ve öğren i lemeyen öze l l i kl ere sa hip­ tir; paylaşıla rak, o bilgiyi s ü rekli uyg u laya n bi riyle d a i m i temasta olarak elde edilebi l i r. P rati k bilgi, bu anlamda, bir d u ru m içinde ön ü m üze gelen ve çözü m ü ta n ı m lanmış kura l l a rı değil, ta ri hsel­ liği olan bir geleneğe dayanma i htiyacı gösteren b i l g i d i r. Bu açı­ dan, pratik bilgi, yukarılarda "Ma ntı k" böl ü m ü nde ya ptı ğ ı m ız a kli (rasyonel) mantıki ayı rı m ı ba kı m ı ndan; a kli değ i l, mantıki olana teka b ü l eder. Oakeshott'un ( 1 98 1 : 8 1 -82) verdiği bir örneğ i a kta ra ra k, pratik

EPiSTEMOLOJİ: TÜMLEŞİMCİLİK

63

) İ l g i n i n ne old u ğ u n u daha somut tasvir edebi l i riz. Ondokuzuncu ıüzyıl İngi lteresinde bisiklete binen genç h a n ı m l a r için rasyonel )İr g iysi icat etme i htiyacı ortaya ç ı ktığı nda, çözüm uzu n donun
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF